RAMAZAN AYI’YLA BİR HASBİHAL
Manevî bir açlığın gönüllerimizi kavurduğu bir anda yetişiyorsun imdadımıza, o en alımlı gelişinle… Bin bir emekle cennetvari bir bahçeye çevirdiğimiz gülşenimiz, çöller misali kuruyan yüreklerimizde solmaya yüz tutarken geliyorsun, beraberinde bengisular çağıldayarak… Günah meydanlarından yükselen toz bulutlarının bedenimizi kirletip ruhlarımıza sirayet etmek için yol aldığı bir sırada bürüyorsun, cennetten getirdiğin hoş rayihalarla temizlemek için bizleri…
Ya Şehr–i Ramazan!
Nurlarla parıldayan mü’min yüzlerimiz kararmaya yüz tutmuş, alınlarımızdaki en belirgin alametlerimizden olan secde izlerimiz silinmişti, senden ayrı kaldığımız bu kısacık zaman diliminde… Dua dolu avuçlarımız, fıtratımızdaki acelecilik illeti yüzünden açılmaz olmuştu artık gökyüzüne… ‘Gündüzleri saim’ diye vasıflandırılan bizler, açlık ve susuzluğa tahammülü yitirmiş, ‘Gecelerin kaimi’ olma vasfımız ise sıcak yataklarımızda eriyip gitmişti, seni unutmaya başladığımız bu süre içinde… Tesbih çekmeye adanmış parmaklarımız, tesbihlerin ağırlığını yüklenemez hale gelmişti, senden sonra… Birlikteyken Kur’an ve zikirle dönen dillerimiz; malayaniden, gıybetten, dedikodu yapmaktan boş kalmadı sen gideliden bu yana…
Ya Şehr–i Ramazan!
Bizi bıraktığın halimizle arama, bıraktığın yerin çok aşağılarındayız çünkü ruhi bir inişle indiğimiz… Bu düşüşe alıştıysak da kısa zamanda, rahat etmedik hiçbir zaman senin ayrılığında… Ne tıka basa yediklerimiz tad verdi bize, ne içtiğimiz envai çeşit içecekler… Seninleyken sevindirdiğimiz fakirleri, muhtaçları, yetimleri, dul kadınları, yaşlı ve bakıma muhtaç olanları unutup görmezden geldik senden sonra… Bilsen ki, fakirleşiriz korkusuyla yapmadığımız yardımlardan dolayı nasıl da kaçıp gitti bereketi her şeyin!.. Daha çok yoruluyor, daha çok çalışıyor, daha çok kazanıyoruz, ancak bir türlü yetmiyor kazandıklarımız bize… Oysa seninleyken hep verdiğimiz halde kazancımıza bereket gelir, evimize huzur girer, mutluluk duyardık amellerimizden… Kalbimize iyilik yapma, heyecanı, şevk ve azmini zerk ettiğin, bu sayede Allah’ın rızasını arayarak güzel ameller peşinde koştuğumuz, yaptığımız her iyi amelden sonra huzur ve mutluluğun en yücesini yaşadığımız günlerden şeytanın adımlarını takip ettiğimiz, nefsimizin kalbimize vurduğu prangaların ağırlığını çektiğimiz bir dünya kaldı, içinde hapsolduğumuz. Her anında sıkıntı, zorluk, mutsuzluk, gönül darlığı ve huzursuzluk yaşadığımız kalp zindanımızda eriyip gittik senden sonra…
Ya Şehr–i Ramazan!
Veda edip giderken bıraktığın hal üzerinde durmuyoruz gördüğün gibi; ama gelişinle hoşnuduz. Sana söz verdiğimiz gibi davranmadıysak ve senden sonra yine eski gaflet perdesinin altına saklandıysak da, özlemiştik inan tüm hücrelerimizle seni… Maneviyattan yoksun, sadece maddiyat üzerine yükseltilmiş betonarme bir dünyanın içinde, bir tatlı huzur esintisi yakalamak için ne kadar da muhtaçmışız sana bir bilsen! Bir bilsen ki ey Ayların Sultanı, kalplerimize verdiğin itminana, gönüllerimizde estirdiğin huzura ve gelişinle yaşadığımız mutluluğa ne kadar da susadığımızı…
Ya Şehr–i Ramazan!
Ey her bir anında günah yüklü amellerimizin Rahmet pınarlarıyla yıkandığı kutlu ay! Ey çölleşen gönüllerimize akıttığın pişmanlık gözyaşlarıyla yeniden cennet kokulu güller yeşerten Rahmet ayı! Bir ananın mahpus yavrusunu beklediği gibi bekliyorduk seni hasret ve sabırsızlık içinde… Ciğeri yanan biri nasıl müştâksa suya, öylesine iştiyak içinde gözlüyorduk yolunu… Yaralı gönüllerimize merhem, kalplerimizde kökleşen hastalıklarımıza şifa, maddiyat çukurlarında kan–revan içinde kalan bedenlerimize bir derman olasın diye bakıp duruyorduk yoluna…
Ya Şehr–i Ramazan!
Cennetten getirdiğin rahmet rüzgârıyla okşa saçlarımızı ki, Allah’a isyan içinde geçirdiğimiz günlerden üzerimize sinen asiliğin zakkum kokusunu, mutiliğin Tuba kokusuyla değiştirsin! Sabah serinliğinde, kır çiçeklerinin üzerine konan şebnemler misali, gönüllerimize iman öpücüklerini kondur, ölmeye yüz tutan kalplerimizin ihyası için… Ab–ı Kevser ile yıka kararan ruhlarımızı, öyle ki senin gelişinle kapanmış olan cehennem kapıları, bir daha açılmasın kötü amellerimiz yüzünden… Öylesine sal rahmetini üzerimize, öylesine sar bizi şefkat dolu kucağınla, öylesine bürü her yanımızı gül kokunla, öylesine ört bizi takva elbisenle, öylesine yıka bizi tevbe gözyaşlarıyla ki, açılmış olan cennet kapıları yüzümüze bir daha hiç kapanmasın.
Ya Şehr–i Ramazan!
Ey ayların sultanlığına yükselen ve içinde bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi’ni barındıran Kur’an ve hidayet ayı! Çorak gönüllerimiz, İslam öncesindeki Mekke Vadisi kadar hakikat pınarına müştâk, sevgiden hali kalan kalplerimiz aşkın dergâhı olmaya muhtaç, kalınca perdelerle örtülü gözlerimiz hakkı görmeye açtır nice zamandır… İşte böylesine muhtacız Kur’an’ın ayet ayet kalplerimize yazılmasına bir kez daha… Gör hele, nasıl da çevirdik kalplerimizi Hira Mağarasına ve hasret dolu gözlerle nasıl bekliyoruz Cibril–i Emin’i yeniden bir Kadir Gecesinde… Nebiyy–i Ekrem Aleyhisselatu Vesselam’a indiği gibi bir daha tattır bize Kur’an’ın iman yüklü nefesini… Bizi her türlü bencillikten, maddecilikten, dünya sevgisinden, riyadan, kendini beğenmişlikten, kibirden ve tüm kalbi hastalıklardan kurtarıp maneviyatın hidayet pınarlarını akıt üzerimize… Katılaşan kalplerimizin, seherlerde akıtılan yaşlarla yumuşayacağını keşfettir bize… Pişmanlık ateşiyle kavur yüreklerimizi, kalplerimize sıkıntı veren bütün amellerimizden dolayı… Bizi pişmanlığa sevk eden her amelimize karşılık tevbe gözyaşlarını akıtmayı öğret yeniden bize…
Ya Şehr–i Ramazan!
Cinni şeytanlardan arta kalan zincirlerle insi şeytanlara da öyle bir düğüm at ki, sen gittikten sonra da çözemesinler bağlarını… Ve melek suretinde görünüp bizi yoldan çıkarmaya çalışan şeytandan daha şeytan, iblisten daha iblis kadın ve erkek insanların, şeytanî yüzlerini asli suretleriyle göster bize, ta ki gördüğümüzde şerlerinden Allah’a sığınabilelim. Geçmiş seleflerimizin imanına benzer bir iman sal kalplerimize; bakışlarımıza feraset, duyularımıza incelik, amellerimize itidal, gönüllerimize huşu, ruhlarımıza huzur verecek… Her ibadetimiz, huzurunda durduğumuz Rabbimizin aşk odunda yaksın bizi… Bu kez öyle gel ki bize; işiten kulağımız, gören gözümüz, tutan elimiz, konuşan dilimiz, yürüyen ayağımız, hisseden kalbimiz her hücresiyle "Allah" desin, "Allah" diye çarpsın, "Allah" için görsün, "Allah" için versin, "Allah" için alsın, "Allah" için sevsin, "Allah" için buğzetsin!
Ya Şehr–i Ramazan!
Bizi perdeleyen, ateşle aramıza genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek koyan, iftar anında iki sevinç tattığımız, sevabını ancak Rabbimizin bildiği orucuna hasret kaldık. Aslında hasret kaldığımız sensin ey övülmüş olan Ay! Yeni bir ruhla coşmak, yeni bir dirilişle kalkmak, amellerimizi muhasebe mizanında tartmak için dört gözle bekliyorduk gelişini… Her zamanki gibi hiç bekletmeden, tam zamanında geldin… Hoş geldin, safalar getirdin!..
Naşit Tutar
Filed under: nura yolculuk | 2 Comments »