Kalbimi kabre döndürüp gecemi karartma RABBİM…

“Kalbimi kabre döndürüp gecemi karartma RABBİM.
Kabrimi aydınlık bir gece kıl ki onda Sana yürüyebileyim.
Beni Senin aydınlığına ayna tutan renksiz bir gece yap ki
Gündüzüm kararmasın Rabbim.”Amin

Bir Diyar Olsa Gerek…

Bir Diyar Olsa Gerek
KAFESİN içindeki kuş ne ise, bedenin içinde de ruh öyle. Biz ise beden kafesine takılıp kalmışız. Bir gün bir el açacaksa bu kapıyı, biz de ormanlardaki ağaçlara gideceksek, kuşlar gibi uçacaksak, işte hayat budur. Bizi bekleyen varsa, oraya gitmek gerek, çünkü kalan yok burada. Bırakın ötelere gideyim. Ruhumuzu seyretmek bir manzarayı seyretmekten daha önemli değil mi? Bu ruh…

un senin olduğunu görmek bu dünyada mümkün olmayacak mı? Bir an olsa gerek, kapıda beliren bir melek olsa gerek. Beden dehlizinde kaybolmamıza fırsat tanımayacak bir melek… Bu meleği de sevmek gerek. Üzerine titrediğimiz ruhumuzu, tek sermayemizi bu dünyada bırakmayacak olan şefaatçimiz, yardımcımız olan melek. İzinsiz hiçbir şey yapamayacağına inanmamız gerek… Görmediğimiz, bilmediğimiz ruhumuzu ona emanet etmek gerek… Allah’ım ne olur bu emaneti meleğine verirken, onun eline teslim ederken, aldığımız günkü gibi bir sâfiyeti, temizliği lûtfet. Binlerce sene yaşasam da bu dünyada, Sana olan sevgiyi, merhameti keşfedemediysem, o günüm ölüdür, o günüm yoktur Rabbim. Kolayın kolayı varken, zorun zoruna tutunmak istemiyorum. Şu anda, sevginle Sen geldin ruhuma misafir oldun, ruhumu uyandırdın ey Rabbim. Sen ki, varlığını fark etmem için bir mucize gerekti, onu da verdin, ilhamını lûtfettin. Allah’ım hayatımdan başka hiçbir şeyim yok. Onu da Sana feda ediyorum, Senin verdiğini Sana veriyorum desem, kimin hayatını kime feda ediyorsun diye bir soruyla karşılaşmaktan korkuyorum. Baharı, dirilişi taşlar duysun da nefsim duymasın, olur iş değil… Rabbim ben Senin yolunda öleyim de, ne olursam olayım. Dilimde bir şair duası olsun şu demde: “Bizi ister bir toz yap savur mahşer yelinde İster sürü çöp gibi tufanların selinde… Sonunda bir varlığa ulaştır da Allah’ım Bırakma tabiatın merhametsiz elinde” Gecelerin adına, gecelerin nuruna, bizi bu dünya zindanında bırakma. Ruhun silindiği bu dünyada yaşamaktansa ötelere geçmek gerek, ölmek gerek. Ölmek ve yeniden dirilmek. Allah’ım günlerimin sayılı olduğunu hiç durmadan bana hatırlatıyorsun, sonu gelmez bir dünyada yaşadığım zannına kapılmama izin verme lütfen. İçinde uyuyan mutluluğu uyandıramayanlar adına, dışarıdan bir elin gelip de kendilerini ayağa kaldırmasını bekleyen bu sonsuz uykudakiler adına, uyandır ki beni uyandırayım uyuyanları, bu mutluluğu çok görme Allah’ım. Sen ki bana tüm yarattıklarını sevme gibi bir nimeti bahşetmişsin… Bundan daha büyük bir nimet ne olabilir ki, ne isteyebilirim ki Senden… Gururun fırtınaları, şöhretin sarhoşlukları, makamın baş döndürmesi karşısında arada sırada kefene giren bedenimi, bu hayal karesini açar mısın âlemimde? Ölmeden önce ölmenin sırrını nefsimde yaşatır mısın? Hırs gözlerimi kör etmeden, nefsim yanlış şeylerin peşine düşmeden bana yardım et… Beni nefsimin eline bırakma Allah’ım. Allah’ım beni, bizi, hepimizi affet. Bütün sevdiklerimizi, seni ömründe bir defa dahi olsun hayalinden kim geçirmişse onları da affet. Sen ki affetmek için bahaneler ararsın, biliyorum… Ruhuma öyle bir zenginlik, nimetlerine karşı sonsuz bir şükür hazzı nasip et ki, en küçük bir kareden, bir manzaradan, bir sesten haz alayım ve Sana sonsuz hamd edebileyim… Bir zaman gençliğime güvendimdi, o da gitti elimden şimdi. En uzun ömrüm bugün… Belki bu an kadar bile değil. En uzun ömrümün sonu bile yarından daha yakınsa, sana kavuşmak için gaflete dalmaya can atan, günaha girmeye istek duyan nefsimi sana şikâyet ediyorum, onu terbiye etmekten âcizim. Başıma iş açacak dertlere sürüklenmekten kurtar beni. Tükeniyorum. Bitiyorum. Dakikalarım kum saatindeki taneler gibi dökülüyor. Şu an yaşadığımdan bir lezzet aldığımı da bilmiyorum, sadece aldığını sanıyor nefsim. Senden hayırlı, ebedî ve cennetlerin firdevslerinde bitmez bir ömür istiyorum… Buna sahip olmak için ne gerekiyorsa, her şeyimi vermeye hazırım. Madde mi, para mı, şöhret mi, sevgi mi? Senin adına olmayan ne varsa her şeyi. Hangisi, ruhumun isteklerinin yerini tutabilir ki? Bir gün gelip tükenecekler. Ah ruhum, sevgili ruhum… Seni Allah’ıma emanet ediyorum… Meleğime emanet ediyorum… Bir diyar olsa gerek… Oraya bir melekle çıkılsa gerek. Azrail ki, asıl adı melek. Bekliyorum, bekliyorum bir bahar olsa gerek… Bu dünyanın tüm güzellikleri ondan haberci olsa gerek… Vitrinlerle aldatma, yanlışlarla kandırma beni, ötelere yücelere çıkar ruhumu. Karanlıklarda boğdurma, nuruna al… Sevgilinin, lâyıksam eğer, onun habibinin yanına al, yanıbaşına al. Sevdiklerinin ve sevdiklerimin yanı başına… Adına, şânına, Rahman ve Rahim olan isimlerin adına affet. Ey bizi nimetleriyle donatan sultanımız. Mübarek günler, geceler ve aylar hürmetine… Ramazanlar ve bayramlar hürmetine… Sevdiklerin hürmetine affet… Ruhum, Sana ait olmanın, Seni bir bilmenin, nefsimin esaretinden kurtuluşunun bayramını yapsın bu demde. Benim dualarım bitti, bitiyor, bu kadarcık… Ama Senin affın bu kadarcık değil… Sonsuz rahmetinle… Affet ve bizlere ebedî bir Cennet lûtfet…
Selim GÜNDÜZALP

Fincanın ummana sevdası ….

Fincanın ummana sevdası ….
Sevgili, Korkuyorum…
Seni bulamamaktan, bulduğumu sanmaktan, bulup da kaçırmaktan ,bulduktan sonra hakkıyla yaşamamaktan korkuyorum….
Bulmayı arzulamak ne kadar karşı konulmaz, bulmak ne kadar uzak …
“Bulma”yı umut etmekse ; hayat kaynağım,dayanağım,varlığım …
Sana kavuşmak ne kadar “var olmak”sa benim için ,seni kaybetme korkusu o kadar “yok olmak”
Ne varlığımdan eminim ne de yok olduğumdan Bu masalın sonu nerede nasıl biter murada erer miyim bilmiyorum

Sevgili içimde gamlı bir sonbahar ezgisi …
Hasretim dağlarca omzumda …
Hasretim,ağzından alevler sacan ejderha …

Ah,bu ince sızı !
Ah , “bu sebepsiz hüzün”.
Ah,tüm ayrılıkların acısını yüreğime taşıyan ,

adını bir türlü koyamadığım kara sevda…
Ağlamak,kelimelerin ardına sığınmak,çözüm değil.
Sevgili ,

Demişsin ki :
“Ne yere ne de göğe sığmadım,mü’min kulumun kalbine sığdım “

Kalbime baktım minicik bir fincan,

senin aşkın sonu olmayan engin bir deniz,uçsuz bucaksız umman.

Fincan denize müştak ummana sevdalı…

Aşkın,yaralı kalbime şifa…

Aşkın çok ağır ..

Kalbim şu haliyle bu yükü kaldıracak kalp değil…

Bana senin yükünü,hakkıyla taşıyacak kalp ihsan eyle….
(Amin)
Hatice Kübra Tüzün

ALLAHIM…

ALLAHIM
Kanadı kırık bir kuş gibiyim.
Uçsam uçamıyor, göçsem göçemiyorum.
Yarım bırakılmış bir düş gibiyim.
Yardan da, serden de geçemiyorum.

Menzile erememe korkusu sardı benliğimi
Kolum kanadım kırık, gönlüm bin pare!
Ey kalpleri evirip çeviren, ey gönüller sahibi!
Yaraları saran, dağılanı toplayan Sensin!
Varlığım Senin varlığının şahidi
Varlığım Senin Rahmetinin şahidi!

Allah’ım!

Yalnız Senden yardım diler yalnız Sana kulluk ederiz.
Seni sığınak, barınak, tutamak bilir Ya Allah deriz.
Şeytandan SANA sığınır e’uzu billah deriz.
Her işe Seninle başlar bismillah deriz.
Nimet verdiğinde gönülden şükrederiz.
Versende aslanda elhamdülillah deriz.
Hayran kaldığımızda maşallah,
Pişman olduğumuz da estağfirullah deriz.
Sevindiğimizde Allahuekber,
Üzüldüğümüzde inna lillah deriz.
Canımız sıkıldığında fe-subhanallah,
Zafer kazandığımızda nasrun minallah,
Rızık kazandığımızda er-rizku ‘alallah deriz.
Bir işi arzu ettiğimizde inşallah,
Bir işi başardığımızda biiznillah deriz.
Güçlük karşısında la-havle ve-la kuvvete illa billah,
Söz verdiğimizde v’Allah ve billah deriz.

Allah’ım!

Benliğimin yaktığı ateşte yakma beni!
Beni nefsime kul etme, kul et nefsimi Sana!
Bir lahza dahi bana bırakma beni!
Sen bana yetersin, yetmem ben bana.
Bilmediğimi bildir, görmediğimi göster!
Sen bildirmezsen bilemem, göremem göstermezsen
Gönlüme huzur,gözlerime nur, dizime derman ver!
Sen ‘OL’ deyince olur, olmaz ‘OL’ demezsen.
Canana can, cana canan, kalbe ferman ver!
Al işte ellerim, uzattım sana!
Ne olur, ne olur bırakma beni bana!
Sen bana yetersin, yetmem ben bana!
Allah’ım, ellerimi bırakma!
Allah’ım!
Bırakma bizi
Tut elimizi!

Mevlam!

Mevlam!
Seni hakkıyla sevmeyi bizede öğret.
Seni sevmede bizlere sabır-ı cemil ihsan eyle.
Senin sevdiklerini sevmeyi sevmediklerinide sevmemeyi öğret bize.
Senin sevgini bize furkan olarak ihsan buyur.
Seni gönülden gizlice zikretmeyi ve bu zikrimizde bizlere daim olmayı öğret çünkü bizim zikrimiz boğazımızdan aşağı inmiyor.
Sana hakkıyla şükretmeyi bizede öğret çünkü şükürlerimiz boğazımızdan aşağı inmiyor.

Mevlam!

Letaiflerimizi ebediyyen çalıştır.
Senin zikrinle gönlümüzü hoşnud eyle.
Zikri tevhidi bize öğret ve hayatımızı bununla anlamlandır.
Ehli beytimizden müttakilere önder olan nesiller yarat.

Ey bizim Mevlamız!

İlahi ente maksudi ve rızake matlubi kelime-i tayyibesinin sırrına bizleri mazhar eyle.
Sevdiğin kullarınla bizleri karşılaştır ve onlarla hemhal eyle.
Bizlere doğruyu yalnıştan ayırt edebilecek aklı selim ihsan buyur.

Ey kullarını rahmeti ile terbiye eden aziz Mürebbi olan Mevlamız!

Zaman zaman bize suret-i haktan gözüken şeytandan ve onun ilham ettiği nefisten acımana sığınıyoruz bizi koru.
Sen Allah cc ı seversen Allah cc seni sevmezmi sözünün esrarına bizleri erdir.

Ey Mevlamız!

Din-i Mübin-i İslam’a hizmet edenlere bizleride dahil eyle,sen bu kullarınına nice nice lutuflar veriyorsun.
Uykularımızı ibadet rüyalarımızı mubarek eyle.

Ey Mavlamız!

Biliyoruz bizler çok hatalıyız ve kusurumuz hadsizdir fakat sen şefkatlisin kullarını affeder vede çok seversin.
“Her insan hata eder,hata edenlerin en hayırlısı tevbe edenlerdir” buyuruyor sevgili Peygamberimiz,bu hadis sırrınca pişmanlıklarımızı kabul eyle ve dularımıza icabet et.
Tevbe yapılmış olan kötülüğün arkasından gelen ve kalpte hissedilen pişmanlıktır,ızdıraptır.Bizide hatasını ve ızdırabını kalbinde hissetmek suretiyle tevbe edenlerden eyle çünkü bu bir fazilettir.

Ey sevgisini çeşitli şekillerde ve suretlerde esma-ul hünası ile kullarına lutuf olarak gösteren ve veren her işe Muktedir olan Mevlamız!

Muhabbetine ermeden şu dar-ı dünyadan göçen bahtsızlardan etme bizi nolur.
Nolur bizede sevgi hazinenden bahşeyle ki herşeyimiz ve her işimiz sen ol vede nereye baksak seni görelim.

Ey Mevlamız!

İşiten ve duaları kabul eden sensin.
Sen dualarımızı ahsen olarak izzetli dergahında makbul eyle.

Amin…
La Edri

Allah için sevdiğin gibi, Allah’ın da seni sevsin…

Hz. Peygamber (asm) anlatıyor:
Bir adam, başka bir beldede bulunan bir arkadaşını ziyâret etmek maksadıyla yola çıkmıştı. Allahu Teâlâ, adamın yolunda, insan sûretinde olan bir meleği vazifelendirip, bekletti.
Adam, o melekle karşılaşınca melek kendisine:
“Nereye gidiyorsun?” diye sordu.
Adam: “Şu beldede bir din kardeşim var, onu ziyâret için gidiyorum” diye cevap verdi.

Melek: “Onunla alâkalı yapacağın herhangi bir iş, bir görev mi var?” diye sordu.
Adam: “Hayır, öyle bir şey yok. Allah için sevmemden başka kendisiyle hiçbir işim yok” dedi.
Bunun üzerine o melek:
“Ben, senin o din kardeşini Allah için sevdiğin gibi, Allah’ın da seni sevdiğini sana bildirmek üzere vazifelendirilen, Allah’ın bir elçisiyim” dedi.
Bir Gül Demeti, s. 213

Eşler için bir dua…

Rabbim! Kalpleri birbirine ısındıran Sensin.
İzzetinle, ancak kendi muhabbetine sakladığım kalbimi;
Hikmetinle, eşimin kalbine de ısındırıyorsun.
Senden emanet aldığımız kalplerimizi, yine Sana teslim ediyoruz.
Kalplerimizi karartmamıza izin verme,
Kalplerimizden Seni sevmeye yollar aç,
Birbirimize olan sevgimizi, Seni sevmekle çoğalt,
Beni ve eşimi, Seni sevdiren ve Seninle sevinen bir sevgiyle donat.
Rabbim! görüyorum ki Sen,olmuş yeryüzünü her bahar yeniden diriltiyorsun.
Kudretinle, kurumuş kemikler gibi ağaçları,
Çiçek çiçek tebessüm ettiriyorsun.
Yaprak yaprak urbalarla beziyorsun,
Meyvelerce hediyelerle sevindiriyorsun,
Toprağa düşüp, gözlerden uzak olan tohumları
Yeniden gün yüzüne getiriyorsun.
Sen bir baharı, bir çiçeği yaratırcasına kolayca yarattığın gibi;
Eşimin getirdiği her gülden bir bahar tazeliğinde mutluluklar yarat bana,
Yüzümde bir gül gibi açtırdığın her gülücükten,
Eşimin gönlüne gül bahçelerinin ıtırını yay.
Yıllar geçtikçe üzerimize çöken puslu hazanların etkisiyle,
Unutkanlığın rüzgarında savurup dağıttığımız inceliklerimizi,
Kalplerimizin kuytularında unutup, karanlığa bıraktığımız muhabbet sözlerimizi;
Tohumlar gibi filizlendir,çiçekler gibi süsle,Yapraklar gibi tazeleştir,
Meyveler gibi tatlandır.Allah’ım! Bize öğrettiğin gibi
Babamız Adem(AS) ve anamız Havva’yı Cennetten,
Şeytanın aldatmacalarına kandıkları için çıkardın.Elbetteki bu, senin takdirindir,
Haşa şeytanın keyfine kalmış bir iş değildir.
Biliyoruz ki, bu sayede ancak hak edenler senin yakınlığına kavuşacaktır.
iyi ile kötü birbirinden ayrılacaktır.
Cennetinden sabırsızlığımız yüzünden çıkarıldık,
Tembelliğimiz yüzünden geri dönemiyoruz.
Rabbim! Beni ve eşimi de,Bu dünyadan Cennete dönmek için,
Birbirini hayra kaldıranlardan eyle!
Sabırsızlığımız yüzünden bizi birbirimizden uzaklaştırma!
Sabır ver bana ki; eşimi muhabbetimin ve şefkatimin cennetinde ağırlayayım
Tembellikten uzak tut beni ki; eşimi hiç sebepsiz sevindireyim,
Hiç karşılık beklemeden seveyim.
Allah’ım! Biliyorum ki sen, rahmetinle İbrahim’in (AS) tenini ateşe yaktırmadın,
Bende İbrahim (AS) gibi sana teslim olmaya niyetlenmiş bir kulunum.
Besbelli nefsimin nemrutluğu ile İbrahim(AS) kadar başa çıkabilmiş değilim,
Görünen o ki, kolayca da başa çıkamayacağım.
Nefsim, içimde sık sık inatçılığın ateşini körüklüyor,
Kalbimi kıskançlığın alevlerine savuruyor.
Nasıl ki İbrahim (AS) Senden ateşi söndürmeni istememiş,
Ama bu ateşin içinde kalarak, kurtuluş istemişti.
Kulun ve elçin İbrahim(AS) biliyordu ki;
Senin kendisine selamet vermen, ateşin söndürülmesi şartına bağlı değildir.
Rabbim! şimdi sana, kulun ve elçin İbrahim’in (AS) teslimiyeti hatırına yakarıyorum ki,Beni, fıtratıma, sonsuz hikmetinin gereğince yerleştirdiğin inatçılığım ve kıskançlığımla bıraksan da,Bu duygularımı benim ve eşim için “serin ve selametli” eyle!Kıskançlığın ve inatçılığın ortasından bizi, mutluluğun ve sadakatin gül bahçelerine eriştir.İnatçılığımı; evliliğimi yürütecek istikametli bir kararlılığa,
Kıskançlığımı; evlilğimi koruyacak sağlam bir kalkana dönüştür!.
Rabbim! Biliyorum ki Sen, kudretinle,
Musa’nın (AS) asasının dokunduğu taşların bağrından billur sular akıttın.
Bende, Musa (AS) gibi Seni,suskunluğun çöllerinde aramaya çabalayan bir kulunum.
Kulun ve elçin Musa’nın(AS) eline katı taşları yumuşatıp,
Yaşlar döktüren bir asayı verdiğin gibi,
Benimde bakışıma ve duruşuma,
Eşimin kalbini yumuşatacak, dilindeki düğümleri açacak esrarı bahşet!
Sen, bana eşimin kalbinden, şefkatinyumuşaklığını tattır!
Eşimin dilinden,aşkın serinliğini taşır.
Beni ve eşimi anlayışsızlığın çölünden, muhabbetin denizine eriştir!
Beni ve eşimi kalbimin kıyılarına erişmekten alıkoyan,
Nefis firavununu kendi hırsının denizinde boğ.
Bize çok şeye sahip olmakla mutlu olunacağını telkin eden,
Daha çok tüketmekle huzur bulunacağını haykıran,
Tüketim sihirbzlarının yalanlarını,
Kanaatkarlığımızın yutup, yok etmesine izin ver.
Rabbim! Biliyorum ki Sen, rahmetinle,
İsa’ya (AS) ölüleri diriltme muzicesi bahşettin.
Kalpleri ölmüş ve inançları yozlaşmış bir toplumu,
İhya etmek için, çürümüş tenlere tazelik bahşeden tecellilerini,
Elçin ve kulun İsa (AS) üzerinden gösterdiğin gibi,
Bana da, eşimin aşkını canlandıracak aşk ver!
Dokunuşlarıma İsa’ya (AS) bahşettiğin gibi diriltici sırdan bahşet!
Eşimi sevmek ve sevindirmek için çektiğim sancıları,
Hz.Meryem’in sancısı gibi bir İsa’ya (AS) analık edecek bereketlerle sebep eyle!
nefsimize uymakla heba ettiğimiz günlerimizi,
Seni anmakla yeniden ihya et!
Gıybet ve boş sözle yaktığımız sevaplarımızı,
Tevbe ve özrümüz sebebiyle bize iade et!
Ettiğimiz kötülükleri, içten bir pişmanlıkla
Sana dönme vesilesi eyle de, rahmetinin dokunuşuyla
İyilikler olarak hesap et!
Rabbim! Sen ki kulun ve Resulün
Her türlü sevgi ve muhabbetin sebebi ve vesilesi olan,
Muhammed’e (SAV); kocası hakkında fısıltıyla konuşan kadının sesini işittiğini,
Kitabında açıkça söylüyorsun.
“Muhakkak ki .Kadının sesini işitti”
Beni, benim kendimi anladığımdan daha iyi anlayan yalnız Sensin!
Beni, benim kendimi sevmemden önce de seven Sensin
Eşim hakkında dile getiremediğim,
Dile getirmekten çekindiğim,
Yüreğimin odacıklarında tereddütle sakladığım,
Ne kadar hayır dua varsa, sen kabul et!
Beni, benim söylediğimden daha fazlasıyla ancak Sen anlarsın!
Halim sana ayandır, dilimden gelen ancak bu eksik beyandır.

Amin

Duasız üşür yürekler…

Duasız üşür yürekler..
Sana bir dua eden olsun
Sen birine dua et!
Duasız üşür yürekler…

Biliyor musun?..
Başkasına dua ettiğinde, aslında sen kendine dua ediyorsun!
Ne kadar çok kimse için dua edersen,
O kadar çok KAZANIYOR YA DA KAYBEDİYORSUN!

Çünkü melekler,
Duan, rahmet ve hayr ise: ” Bir misli de sana olsun, amin”,
Duan zulmet ve şer ise: ” Bir misli de sana olsun, amin” derler…

Dua: içimizle muhasebe olunacağımız bir SIR dır..
Bir ayine gibidir tıpkı, içimizi yansıtır bize..
Rabb’e sunulan bir arzuhaldır dua, geri döner bize o kapılardan yüreğimizce..

Hep hayra dua edenlerin, maddeten ve manen hayırlara ermesi,
Şerre dua edenlerinse, rahmetten mahrum kalması bundandır işte..
Duasız üşür yürekler bil!..

Sana bir dua eden olsun
Sen birine dua et!

Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan,
Sana ummadık kapılar açan..
Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan…

Hiç üşümesin yüreklerimiz için,
Dualarda buluşalım..

Daim dualaşalım..
muhabbetle efendim..

Ayşe Reşad

Haşir Risalesi Görünmeyene Tanık Ediyor…

hasir_bahar.jpg

 

 

 

 

 

 

 

Bir gün ve sonsuzluk
Mevsim ilkbahar… Gönlüne gül değmişlerin gözünde ilk defa bahar geliyor gibi. Varlığa hayret borcunu ödeyenlerin bakışıyla, bu bahar ilk bahar. Tekrar değil; ilk. Varoluşunu sınırsız minnettarlıkla karşılayan mahcupların bildiği üzere, “Bir daha” değildir bahar; biricik, bir kerecik oluştur. İnsanın kendisi “bir daha” değildir; parmak uçlarınca yeni, göz diplerince orijinal, yüzünün başkalığınca yeni baştan yaratılmaktadır. Böylesine taze bir insanın tazecik gözleri baharı hiç bayatlatır mı? Olacak şey değil!
Unutulmuşların hatırlandığı demdir bahar. Ayak altına itilmiş, gözden uzağa düşmüş tohumların hatırlarının çiçek çiçek sayıldığı gündür bahar. Kederin kozasını yırtıp umuda kanat açtığı günlere denk gelir bahar.
İşte o bahar.Yine değil yeni bahar. Çiçekler bir ümit tufanı gibi varlığın kıyılarını dövüyor. Toprağın karasına gömülmüş hasretler taze çiçek kokularıyla dal uçlarına taşmış tebessümlerle geriye dönüyor. Kelebek kanatlarının altında bin diriliş müjdesi geziniyor. Yerden göğe doğru sevinç üveyikleri yükseliyor.

Eğirdir Gölü’ne bakan yamaçları bir garip adımlıyor. Bir başka bakıyor garip adam. Baktıklarının yüzünü yırtan delici bakışlarla bakıyor. Yeni çiçeklenmiş badem ağaçlarının arasında bir sırrın izini sürüyor. Öksüz dalların sevindirildiği bu bayramdan yeni bir bayram çıkarmaya niyetle. “Boş yere var etmedin Sen bunları…” diyen kadir bilir bir nazarın sahibi.

Adımları yavaşlıyor. Bir çarpıntı başlıyor kalbinde. Uzaklarda, gölün mavisi hece hece ilmekleyeceği satırlara bir tatlı fon oluyor. “Yaz!” diyeceğini biliyor az sonra. Kalemin kâğıdın yüzünü öptüğü o eşsiz anı hep özlüyor. Yeniden, yeni baştan ağzından dökülen kelimelerin suskunluğun göğsünde açacağı yaraları hayal ediyor. Seviniyor. Bakışlarıyla okşuyor dal uçlarını. Ellerine ümit meyveleri dolduruyor dal uçlarından. Taşlaşmış gövdelerden, kemikleşerek soğumuş köklerden fışkıran sürpriz hayat pınarını avuçluyor. Ağaçların kalın kabuklarından sıcacık dokunuşlar alıyor. Varlığın kabuğunu çatlatacak, perdeleri yırtacak o eşsiz an yaklaşmak üzere.

İçi içine sığmaz oldu garip adamın. Bir semâ neşesiyle fırladı yerinden. Dudaklarına yeryüzünün göklü misafiri indi hece hece… “Fenzur ilâ asâri rahmetillah…” Görünenden görünmeye açılan perdeler hafifçe kıpırdadı. Sûret’in ardındaki nazlı ‘hakikat’ göz kırpmaya başladı. Heyecanla söze doladı nefesini. “Bak şu Allah’ın rahmetinin eserlerine…” Bu ilk bahardı. Bir daha değil, tek bahardı. Çiçek çiçek söyledikleri, toprağın karasını yararak haykırdıkları, yamaçları gelincik kızılına boyarken fısıldadıklarının cümlesi bir insan dudağına taşacaktı. Ölmüşlerin dirilişine tanık olan bahar, sözün potasında bir daha yorumlanacaktı, sözlenecekti insan bakışıyla.
Çiçeklerin kokusuna sarıldı o ince ruh. Ruh ile reyhan buluştu, tanıştı, kaynaştı. Varlığın kalbine diriliş taşıyan Kitab’ın sözleri yeniden yankılandı badem çiçeklerinin yüzünde: “Şimdi bak Allah’ın rahmetinin eserlerine! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki, O mutlaka ölüleri diriltir. Dahası, her şeye gücü yetendir O!”

Acele edip kışta gelmişti. Bu zemheriden bir bahar coşkusu hazırlaması gerekiyordu. Cennet asâ bahara giden patika yolları kalbinde inşa etmesi bekleniyordu. Gönlünün kervanlarını o gün Barla’nın yamaçlarına sürdü. Kör düğümleri açacak berrak kelimeler edindi kendine. Sesi yükseldi. Ağaçlar arasında dinlenmeye pek alışık olunmayan sözler tekrar tekrar söylendi: “fenzur ilâ asâri rahmetillahi keyfe yuhyil arda ba’de mevtihâ….” Kibrit alev almak üzereydi. Soğuk kederleri ağırlayan bir gönülde ateş ha yandı ha yanacaktı. Bir daldan bir başka dala seğirtti. Gözlerinde hayret, gönlünde minnet. Göğsüne sığmıyor gibiydi kalbi. Elleri kalbinin üzerinde. Ayakları dolanırcasına koştu koştu. Nefes nefese kaldı. Yokuş yukarı bir pınar akıtır gibi, dudağına bir daha bir daha doladı kutlu sözleri… “Bak, yeryüzünü ölümünden sonra nasıl da diriltiyor…”

Yağmur yağdı gözlerinden. Bakışlarıyla Nisan menekşeleri açtırdı. Hayatın zembereği kelimelerin büyüsünde bir daha kuruldu. Vahyin sıcacık dokunuşu başkalarına ağlayan kalbini okşadı. Cennet gibi baharları hazırladığı Hamza’lar, Saidler, Ahmedler, Mustafalar, Ayşeler, Fatmalar, Rümeysalar için koştu eve… Sözler’le kurduğu neşe otağına, kelimelerin havuzuna akıttığı o serin pınara, çok sonraları mahzunların koşacağını, ümitleri elinden alınmışların varacağını biliyordu. Hiç ümitsiz olmamıştı. İmanı, biricik imkân biliyordu. İmkânsızlıklara meydan okudu. Okudu.

Zalimlerin unutulmaya terk ettiği, gafillerin ölüme ittiği o köşe başında, zalimleri ıslah edecek, gafilleri uyandıracak bir aydınlık ateşi yaktı. Kalem hazırlandı. Yüzüne akşamın hüznü bulanan kâğıt tarifsiz bir sevinç içindeydi. İktidar sahiplerinin hesaba katmadığı adam, asıl iktidarı ele geçirmenin keyfiyle seslendi: “Yaz, kardaşım!” Silah şakırtısının sözü bölemeyeceğini, “ebedî şeflik” kudretinin gönülleri yıkamayacağını bilmeyen zavallılar, her kelimede bir kez daha yıkıldı. Kalemin ucu kâğıt üzerinde tatlı bir gıcırtıyla gezinmeye başladı. Buluşmaların en tatlısı, en kârlısı sürgünün daracık odasında yeniden yaşandı.

Otuz yıl sonra, zulmün kasvetinin az da olsa dağıldığı günlerde, yine badem ağaçlarının arasında yürüyecekti garip adam. Yalnızlığa mahkûm ettiklerini sananlara inat, etrafında pırıl pırıl genç yüzlerle adımlıyor olacaktı Barla’nın yamaçlarını. Yine bahar olacaktı. Yeni bahar olacaktı. İlk bahar olacaktı. Badem ağaçları ilk defa çiçekleniyor olacaktı. Delikanlılar da onun gözüyle bakacaktı dal uçlarına. Cennet reyhanları dokunacaktı ruhlara…

Duraklayacak ve ümit dolu yüzlere dönecekti. Güce karşı sözün zaferini imzalayan bir itminanla dudaklarına yine o ayeti dokunduracaktı. Havada yankılanan sesi yorgun bedenini bir delikanlı gibi ayağa kaldıracaktı. Ebedî dirilişi bir bahar somutluğunda idrak edecek milyonların yüreğini avuçlarında tutar gibi tane tane dökülecekti sözleri. Bir günden, sadece bir günden sonsuzluk haberi devşiren bir habercinin sükûnetiyle seslenecekti. Kaybolup gider diye kendisini bu köşeye sürenlerin iktidarlarının ellerinden gittiğine, ihtişamlarının yerle bir olduğuna tanık olmuş mahzun bir huzurla seslenecekti.
“Bundan otuz sene önce aynı bu mevsimde idi. Şu bahçelerde geziyordum. Badem ağaçlarının da çiçek açtığı zamandı. Birden, “Fenzur ilâ asâri rahmetillah…” âyeti hatırıma geldi. Bu âyet o gün bana açıldı. Hem geziyordum, hem de bağıra bağıra bu âyeti okuyordum. O gün kırk defa okudum. Geldik, akşam, Şamlı Hafız Tevfik’le Onuncu Söz’ü telif eyledik. Yani, ben söyledim, Hafız Tevfik yazdı.”

Öldükten sonra dirilmeye dair, bütün zamanların en canlı, en renkli, en zarif metni o akşam kızıllığında buluştu kâğıtla: Haşir Risalesi
Hâlâ daha, o akşam kızıllığının hüznünde bin ümitler filizlendirmiş o kalbin nabızları olarak duruyor satırlarda. Her an yeniden çoğalıyor, yeniden sayfalara iniyor. Yeni baharlar gibi, her okunduğunda ilk defa çiçeklenen dal uçlarından terütaze uzanıyor akıllara.

Haşir Risalesi, “görünen”i “görünmeyen”e tanık ediyor. “Dünyalık varoluş”un özündeki çelişkiyi ortaya çıkarıyor. Bu onulmaz çelişkinin çözümü olarak “büyük mahkeme”ye işaret ediyor. “Eğer hepsi bu”ysa, “sonrası” yoksa, anlamını kaybediyor varlık, tahammül edilmez bir çelişki yumağına dönüşüyor. Görünen bunca denge, bildiğimiz hesapları yırtıp atan bunca ince ayar, eğer zalim zalimliğiyle ölecekse, özensiz bir artığa dönüşüyor. Eğer mazlumun hakkı mazlumla birlikte toprağa girecekse, varoluş apaçık bir çarpıklığa dönüşüyor. Her canlıyı her an okşayan bunca merhamete tanıklık eden bu dünya, ezenin de ezilenin de, canilerin de masumların da toprak olarak eşitlendiği bir yere akıyorsa, boş yere var, boşa çalışıyor demektir.

Denklemin “bu tarafında” gözlerden kaçmayan bir açık var; öyleyse bir de “öbür taraf” olmalı… İnsan vicdanının aradığı adalet duygusu bir türlü tatmin olmuyor “bu tarafta”, öyleyse bir de “öbür taraf” vaadi olmalı… Vicdanların sonrasını aradığı, kalplerin isyan ettiği, gözlerin dayanamadığı bu korkunç “eşitsizlik” hiç şüphe yok ki, bir “Mahkeme-i Kübra”nın varlığıyla giderilecektir.

“Hiç mümkün müdür ki” diye muhteşem bir özgüvenle başlıyor cümlelerine Bediüzzaman Said Nursî. “Ahiretin olmasına değil, olmamasına şaşmalıydınız asıl” demeye getiriyor.
“Hiç mümkün mü ki, varlığı sonsuz bir itaatle çekip çeviren böylesine muhteşem bir saltanatın iyiler için ödülü, kötüler için cezası olmasın. Burada yok hükmündedir. Demek, başka yerde ödül de ceza da var olacaktır.”

Benim hiç olmadığım o gün, zaten hiç aranmadığım o akşam benim için kalbini kanatmış o sürgünün diri satırları var şimdi önümde…
Ne zaman dokundursam gözlerimi, “bir gün ve sonsuzluk” diye başlık koyuyorum kendimi ve sevdiklerimin hepsini içinde bulduğum o muhteşem filme…
Varlığın kabuğunu bir bahar sürprizi olarak kırıyor, ahretin filizini gösteriyor Haşir Risalesi…

 Senai DEMİRCİ

Allah’a tevekkül edene, Allah kâfidir…

Allah’a tevekkül edene, Allah kâfidir…
İ’lem eyyühe’l-aziz! insan, seyyiatıyla Allah’a zarar vermiş olmuyor. Ancak nefsine zarar eder. Meselâ, hariçte, vâkide ve hakikatte Allah’ın şeriki yoktur ki, onun hizbine girmekle Cenâb-ı Hakkın mülküne ve âsârına müdahale edebilsin. Ancak, şeriki zihninde düşünür, boş kafasında yerleştirir. Çünkü, hariçte şerikin yeri yoktur. O halde o kafasız, kendi eli
yle kendi evini yıkıyor.
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Allah’a tevekkül edene Allah kâfidir. Allah, Kâmil-i Mutlak olduğundan, lizatihî mahbubdur. Allah, Mûcid, Vâcibü’l-Vücud olduğundan kurbiyetinde vücut nurları, bu’diyetinde adem zulmetleri vardır. Allah, melce ve mencedir. Kâinattan küsmüş, dünya ziynetinden iğrenmiş, vücudundan bıkmış ruhlara melce ve mence O’dur. Allah Bâkîdir; âlemin bekası ancak O’nun bekasıyladır. Allah Mâliktir; sendeki mülkünü senin için saklamak üzere alıyor. Allah, Ganiyy-i Muğnîdir; her şeyin anahtarı O’ndadır. Bir insan Allah’a hâlis bir abd olursa, Allah’ın mülkü olan kâinat, onun mülkü gibi olur.
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde tulû etmiştir. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Maahaza, ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Cenâb-ı Hakka malûm ve mâruf ünvanıyla bakacak olursan, meçhul ve menkûr olur. Çünkü, bu malûmiyet, örfî bir ülfet, taklidî bir sema’dır. Hakikati ilâm edecek bir ifade de değildir. Maahaza, o ünvanla fehme gelen mânâ, sıfât-ı mutlakayı beraberce alıp zihne ilka edemez. Ancak, Zât-ı Akdesi mülâhaza için bir nev’î ünvandır. Amma Cenâb-ı Hakka mevcud-u meçhul ünvanıyla bakılırsa, mârufiyet şuâları bir derece tebarüz eder. Ve kâinatta tecellî eden sıfât-ı mutlaka-i muhîta ile, bu mevsufun o ünvandan tulû etmesi ağır gelmez.
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Esmâ-i Hüsnânın herbirisi ötekileri icmâlen tazammun eder: Ziyânın elvan-ı seb’ayı tazammun ettiği gibi. Ve keza, herbirisi ötekilere delil olduğu gibi, onların herbirisine de netice olur. Demek, Esmâ-i Hüsna, mir’at ve ayna gibi birbirini gösteriyor. Binaenaleyh, neticeleri beraber mezkûr kıyaslar gibi veya delilleri beraber neticeler gibi okuması mümkündür.
Mesnevî-i Nûriye, s. 110-111.

Lügatçe:
Seyyiat: Günahlar.
Lizatihî: Zâtı için.
Kurbiyet: Yakınlık.
Bu’diyet: Uzaklık.
Adem: Yokluk.
Zulmet: Karanlık.
Melce: İltica edilecek, sığınılacak yer.
Mence: Kurtulunacak yer, necat yeri.
Umur: İşler.
Tavattun: Vatan edinme, yer edinme.
Sema’: İşitme.
Elvan-ı seb’a: Yedi renk.