Kainatı, insanları, olayları, yaşamı ve hatta kendi bedenini derinden iyice bir dinle. Bak gör ne sırlar ifşa olacak önünde..

Dinle

Sesini uzaklara gönder bir müddet. Yada hiç beklemediğin bir anda sesin alınsın senden mesela. Sessizliği ve sensizliği yaşa doyasıya. İşittiğin yüzlerce sese sesinle mukabelede bulunma. Sonsuzluğu düşün ve dinle bir müddet, sonra sonsuzluğun içindeki boşluğu, boşluğun içindeki varlıkları, o varlıklarının her birinin kendi frekansından yayılan tınılarını. Yaşam denilen muammanın ritmini dinle bir müddet. Dinle sadece dinle..

Sonsuzluğun içindeki boşlukta var olma cabasın da olan aciz varlığını dinle sonra bir müddet bu müthiş kainat içindeki ahenkli ritme uyum sağlamaya çalışan ve kendi iç boşluğunda durmaksızın ses çıkaran kendi ritimlerine dikkat et. Ellerini göğsüne bastır ve kalbini dinle. Sonra mideden gelen bir şükür tınısına kulaklarını aç. Gözlerin kapalı olsun hatta ağzında.. sen sadece dinle..

Ellerin kalbinin üzerinde, kulaklarınla seyret hayatı bir müddet. Acelesi olan bir ambulans uzun bir şükre ve tefekküre daldırsın seni. Birilerine kafası atmış ağzı bozuğun biri trafiği birbirine katarak küfürler yağdırsın etrafa ve sabırla dinle tüm sesleri. Kendini bilmez bir hadsiz arabasındaki yada evindeki ses düzeneğini denemek istercesine son ses hem de en sevmediğinden birkaç parçayı arka arkaya çalsın mesela. Bir yerlerden bir bebek ağlaması, başka bir yerlerden neşeli ve kıvrak gülüşmeler, esnafın bağrışları dolsun içine bir müddet.

Bunca karmaşa içinde birde kuş seslerini işit arada yada rüzgarın sesini.. kısmetine yağmur yağıyorsa sadece yağmur taneciklerinin ritmine odaklansın kulakların. Bunca ses içindeki kendi iç sessizliğindeyken bile süzerek al sesleri içine. Herkese ve her sese, her renge açık olmasın varlığın. Akıp giden kainat içinde hep her şeyin en iyiisin, en temiz ve en doğal olanını al içine. Sonra biri ansızın adını ansın mesela ama sen sesine değen sesleri çığlığa dönüştürmeden sadece dinle.

Sesin, hayat kemanının teli olduğunu düşün bir müddet ve bu tel olmadan hiçbir sese mukabele edemeyeceğini. Kendi sessizliğin içinde, kainattaki sesleri temaşa et sadece. Sessizliğin ses ile ne denli tezat olduğunu düşün. Beyazı ve siyahı. Sıcağı ve soğuğu. Yakın ve uzağı. Güzel ve çirkini. Daha aklına ne geliyorsa tezat ve zıt çağır hepsini dimağına. Etrafından sana uzanan sesler arttıkça sen daha da çok gömül sessizliğine. Varlığını yokluğuna kat bir müddet. Varlık ve hiçlik üzere ör düşüncenin ilmeklerini.

Mahiyetine odaklan hayatın, sesin olmadan sesin ne kadar manasız olduğunu fark et hatta. Sonra gözlerin olmadan renkler ne kadar manidar olurdu acaba? Ruh olmasa bedenin manası ne olurdu? Yada sevgi olmasaydı nefret var olur muydu? Her zıtlığın birbirini nasılda dengelediğini, kainat üzre her bir zerrenin birbiri ile nasılda bağlantılı olduğunu düşün uzunca..

Sen istemediğin halde , engin bir rahmet neticesinde sana lütfedilmiş olan kabiliyetleri düşün uzun uzun. Her bir duyu organının ne kadar mühim olduğunu fark et. Hayat kemanımızın teli olan sesimiz nefesimize muhtaç. Bedenimiz varlığını ruhumuza. Bir gün kuş misali uçup gittiğinde nefesimiz hiçbir duruma ve olguya ne sesimizle ne bedenimizle mukabele edemeyeceğiz hiç birimiz.

Hayatı konuşarak tüketmek yerine, dinleyerek çoğaltmanın derdinde olmalıyız hepimiz. En büyük erdemin sesimiz alınmadan nefesimizden bazen sessizce dinlemek olduğunu öğrenmemiz gerekiyor. Dinleyerek aslında insanların daha güzel iletişim kurabildiğini keşfetmenin vaktidir vakit.

Kainatı, insanları, olayları, yaşamı ve hatta kendi bedenini derinden iyice bir dinle. Bak gör ne sırlar ifşa olacak önünde..

Öznur Çolakoğlu ÇAM  http://www.karakalem.net

…Başkasının yerine koyabilmeli kendini; Ağlayan birine “gül”, inleyen birine “sus” dememeli! Ağlayana omuz, inleyene çâre olabilmeli!…

BİR YERLERDE TIKANIP KALDIYSA HAYAT

Bir yerlerde tıkanıp kaldıysa hayat, soluk almak güçleştiğinde,
Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını,
Dağlara dönmeli yüzünü insan.

Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak;
Yeni insanlarla tanışmalı, yeni kesifler yapacak….
Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa,
Gerçekleştirmeyi denemeli!
Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını;
Zamanın bir nehir, kendisinin bir sal olup da,
O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı.
Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler,
Her aksam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,
Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri…

Küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, bir kaç durak önce inip
Servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş gözlüklerini;
Gördüğünü hissedebilmeli!
Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,
Değerli olabilmeli hayat!
İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için!
Başkasının yerine koyabilmeli kendini;
Ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli!
Ağlayana omuz, inleyene çâre olabilmeli!
Şu adâletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı.

Sevgisiz, soysuz kalarak!
Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden,
Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine…
Güneşin doğusunu
seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını…
Karda yağmurda sevincine, coşkusuna;
Fırtınada boranda öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!

Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; bir gencin düşlerinde geleceği;
Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli!
Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi,
Mutlu etmeden mutlu Olmayı beklememeli!

Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı;
Bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; kaçırmamalı!
Çünkü; hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için,
Hiç çâresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin;
Ağlamayı bilmiyorsan, neşesizdir kahkahaların;
Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların…
Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne kendini düşünmekten herkesi unutmamalı!

Bilmeli çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için…
Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,
Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!
Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere…

Hafızası olmalı insanın; hiç değilse, aynı hataları,aynı bahanelerle tekrarlamaması için!
Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak!
Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!
Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi;
Ama, kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin sevdiklerinin;
Zaman bulabilsin;
Bir teşekkür, bir elveda için…
Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer;
Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten;
Ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan!
Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi…
Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı…! *

Can Dündar

Ölüm ve hayatla kardeşçe geçirilen ömür; gönlü muhabbet ve uhuvvet doldurur… Batan güneş, kayan yıldız, karanlığa gömülen ay; bitiş ve son değil, yeni diriliş ve aydınlığın habercisi olduğunu düşündürür…

Bir ömür bitmeyen ders

Ölüm öğrenilmedikçe  hayat ne ifade eder? Özün özü ölümün içinde gizli, hayat; onun içinde saklı gonca gül… Gülmek ağlamaya ne kadar yakın, ağlamak gülmenin kapı komşusu…

Ölüme gülmek hayata ağlamak mıdır? Hayata alaya almak; ona öldürücü darbe vurmak değil midir?

Ölümü sevmek hayata küsmek değil ki; yaşama coşkusunu en derin yerinde hissetmek, düşünce burçlarına hikmet yıldızlar nakşetmek… Ömürde nakış nakış sonsuzluğa dokumak; harfi okumak eşyayı, hadiseleri… Hadise selinde, keder denizinde boğulmamak; sahil selametini ömrün bir adım ötesinde görebilmek…

Hemen gidecek gibi durmak bu yerde, kalacak gibi yaşamamak… Yaşlanmayı beklememek onu düşünmek ve anlamak için; giden her “an” da onu hissedebilmek… Hislerini canlı, düşüncelerini diri tutmak; hayatı ölümsüzleştiren sırlar…

Ondan kaçmak mümkün mü ve ne kazandırır? Ona hayatın sahibi adına koşmak, neyi kaybettirir? Tefekkürle süslenen, hikmetle bürünen hayat; ölümün öldüremeyeceği hayat…

Hevanın heba ettiği hayat; ölmeden önce ölünmüşlük hali… Hüda adına yaşanan hayat; ölmeden önce ölümsüzlüğün tadıldığı hayat… Ölümle ölümsüzlük arası bu kadar kalın ve o kadar ince; ince ipte yürüyebilmek, kalın duvarı aşabilmek tefekkürün keskinleştirdiği nazarla mümkün…

Aklı hezeyanlar dolmuş, kalbi karamsarlıklar kaplamış, duyguları dünyevilikle delik deşik olmuş, keder rüzgârlar önünde savrulan “ben” e, ölüm ne söylesin, hayat neyi haykırsın? İçindeki cenneti keşfetmek için verilmiş istidatlar yerinde kullanılmıyorsa, ömür ateşe akıyordur…

 

Yüksekten akan ırmak gibi dökülen ömür suları; sel olup savurur da, sonsuzluğun içildiği ab-ı hayat olur yudumlanır da… Damla damla dökülen “an”larda deryalar saklı, saklandığı yerden ansızın çıkan ölümden erken davranıp o damlardan kana kana içmek; hayatın özünü emmek…

Keyif kaçıran ölüm düşüncesi, firak hissi, kör nefsin gözünü açar; pencerelerden güzellikler seyrederek geçirtir ömrü… Ölüm ve hayatla kardeşçe geçirilen ömür; gönlü muhabbet ve uhuvvet doldurur… Batan güneş, kayan yıldız, karanlığa gömülen ay; bitiş ve son değil, yeni diriliş ve aydınlığın habercisi olduğunu düşündürür…

Yıldızlar kadar yalnızlığın galaksiler kadar kalabalıklığın dengeli birlikteliğini düşündürür, çiçek çiçek açan ölüm hissi… Her doğan gün batmak için doğar, her batan gün doğmak için batar… Düşe kalka gittiğimiz hayat yolu bir gün ölüm tökeziyle alt üst olacak; bugün üstünden altına bakabilirsek siyahî peçenin altındaki beyazlığı göreceğiz…

Bir gün ölüm de ölecek; her nefis sahibine tattırdığını o da tadacak… Hayat ise sonsuzluğa akacak; ama sonsuz kedere, ama sonsuz mutluluğa… Gurbet diyarda ölümle hemhal olan ondan hayat dersler çıkaracak, geçicilikte ayağına takılan küçük kederlere takılmak değil sonsuzluğun ufkuna kanat çırpacaktır… Yapmayansa kara topraktan sonsuz karanlıklara geçecektir…

Ölüme hayat kadar sevmek, hayata ölüm kadar değer vermek; hakikatin iki kanadı… Kalp ve kâinat kanatlarıyla ölümün uzaklarına uçmak için geldiğimiz dünya toprağında; ölüm sen ne büyük derssin? Bir ömür geçse okunmakla bitmezsin.

 

Hüseyin EREN

“Anamın duâları üzerimde olmasa,Yıkılır sırtımı verdiğim duvar,Kopar, elime gelir tutunduğum dal,Kapımı çalmaz bahar.”

Annem annem güzel annem

Anneler güzeldir… Hiç çirkin anne görmedim.

Anneler güzeldir… Çünkü annelik güzeldir. Bir küçük çekirdek, bir koca ağacı nasıl taşırsa içinde, anne de yavruları taşır içinde. Ve günü geldiğinde bir değil, bin doğurur analar…

Yalnızca anneler düşünür geleceği. Çünkü geleceği çocuklarıyla analar doğurur, analar oluşturur. Hani bir imamın yakasına yapışmış bir gün bir ana, “Niye kadınlardan imam olmuyor?” diye sormuş ya… Hoca Efendi mahcup bir eda ile, “İmamları onlar yetiştiriyor da onun için” demiş. Kadın bin pişman, bin mahcup… Böyledir hep. Dünden bu güne her toplumda, hocalık eder analar… Dünyayı yönetir analar.

O mübarek eller, dünyaya yön verir, o küçük beşiği sallayan eller. Duâya duran o temiz eller… Evrimciler cevap vermeliler; ve nasıl işliyorsa evrim, annelerin neden hâlâ iki elleri var? diye oturup düşünmeliler.

Bir mû’cize arayan gözler, yorulmasın boşuna; bir anne ile çocuğuna baksın yeter. Anne durmuş çocuğuna bakıyor, çocuk durmuş annesine bakıyor. Birbirlerinin düşüncelerini okuyorlar… Kim bilir birbirlerine bakıp da ne hayallere dalıyorlar. Annenin rüyası çocuklarda sürer… Hiç yaşlanmaz analar; evlâtlar onları hayata öyle bir zincirler ki, ne mal, ne mülk, ne de bir dünya zevki değildir bu. Bambaşka bir bağlanıştır. Ana gibi anaca bir şahlanıştır.

Hormonlarla, tıpla açıklanamaz analık. Reçeteler de yok, raflarda ilâcı da yok. Anlatacak kitap da yok. Analık bir başkadır.

Bilmediği bir kaderi, yavrusuyla baş başa yaşamaktır analık.

Ufak tefek, narin bir bedeni vardır çoğu annenin ama sakın ölçmeye kalkmayın, bir değil birçok kişinin, kederinin ve neşesinin yer bulup sığınabileceği kocaman bir yüreği vardır anaların.

Mırıl mırıldır dilleri, hiç bitmeyen duâları vardır anaların. Duâ kitaplarında olmayan, hiçbir yerde bulunmayan, tam da kalbinin ta içinden gözyaşıyla beraber dökülen yağmur gibi, inen rahmet gibi, dillenen duâları vardır annelerin. Islanır çorak topraklar gibi rahmete susayan gönüllerimiz ve bir kış günü hâlâ üşümüyorsa içimiz, anamızın duâlarıdır peşimizden gelen… Geri çevrilmeyen, Rabbimizin yüce katından boş dönmeyen duâlarıdır annelerin biliriz.

 

“Sen geçen bir ömrü ararsın, ben ise geçen bir günü” derdi bir ana. Ana gibi bir ana. Başka nerede aşk bu kadar saf, bu kadar durudur. Analık yolu, yolların en zorudur. Çıkarın bir hele, yok farz edin bir hele annenizi hayatınızdan; geriye ne kalır, koca bir çöl kalır, ıssızlık kalır.

Sadece sütü, maması değil, annelerimizin ninnisi ve duâsı büyütür bizi. Bir anneden bir çocuğa neler geçer, neler taşınır, biyolojinin konusu.

Bir ömür neden silinmez, neden üzerimizdeki anne kokusu?

Neden bebekler o kadar güzel kokar, neden?

Neden bir annenin göğünde gök kuşağının her rengi bulunur, neden?..

Ah annem, ah anneler, bu bilmeceyi çözmeye ömrünüz yetmez deyin, deyin de kurtarın bizi anneler…

Ah güzel kalpli anneler, ah duâlı diller. Önce kalbinizin çağlayan sevgilerinde hiç kimsenin bilmediği, söylemediği derin bilgileri orada öğrendik…

Sonra okullara gittik. Oralarda senden öğrendiğimizin binde birini öğrenemedik. Ne kutsal bir okulsunuz siz analar. Yaşlandıkça daha iyi anlıyoruz. Ana okulu, okulların anasıymış meğer. Ne kadar da cahilmişiz. Her şeyi bildiğimizi zannettiğimiz günde bile, sana muhtacız anne. Haydi bir daha salla beni anne. Bir daha salla o güzel ninnilerle, ilâhilerle. Ruhuma nakış nakış işle, bir daha işle Allah aşkını, peygamber sevgisini. Bir daha, bir daha, dolu dolu duâlar gönder Allah’a. Ne olur küçüldüm ufaldım yine. Sen neysen biz oyuz anne…

Boşuna söylememiş, boşuna dememiş Hz. Ömer; “İnsanlar, babalarından çok annelerine benzerler” diye…

Biliyorum artık kulağıma eğilip fısıldadığın o sözlerin, aramızda bir sırdı sanki, diyeyim izin ver de duysun birileri.

Anne, ne tatlı bir kelime. Şimdi daha iyi anlıyorum anneciğim, Allah’ın anneleri niye yarattığını. Cenneti dünyada da yaşayabilelim diye, değil mi anneciğim?

Allah, ne kadar büyük, ne kadar rahmetli ve şefkatli anneciğim. Rahmetinin bir damlasını, bir tecellisini sizlerde gösteriyor.

Sonsuz rahmet denizinden bir damladır sizdeki. Senden büyük, senden bilgili ve şefkatli, senden daha güvenli bir öğretmen görmedim. Senden daha yüksek okullarda okumadım.

Mutluluğun tohumlarını vakti vaktine öylesine serptin ki hayatımıza, kalbimiz en yararlı bilgilerle, sönmeyen sevgilerle yeşerdi. Kelimeler bulamıyorum anlatmaya, sözcükler yetersiz kalıyor anneciğim bu derunî beraberliği açıklamaya. Sabrın çeliktendi, kayaları eriten cinstendi. Bağırsanız da, yürek incitmeyen sözleri, umursamaz görünseniz de en halis ve yürek acıtmayan sevgileri sizde tattık.

Ey güzel anneler, yüreğiniz, okulumuz oldu. İlk dersimizi aldığımız dershanemiz oldu. Bakın ne diyor Bediüzzaman Said Nursî: “…insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. Bu münasebetle, ben kendi şahsımda kat’î ve daima hissettiğim bu mânâyı beyan ediyorum:

Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.”

 

“Anne,” çocukların dudaklarında ve kalplerinde, Allah’ın yarattığı belki de en güzel bir isimdir. Bir anne mesafe tanımaksızın bilir, Allah’ın ilhamıyla çocuğunun neye ihtiyaç duyduğunu ve ard arda sıraladığı duâlarını:

“Güneş gibi parlayan günlerin olsun evlâdım. Allah, her daim seninle olsun. Allah, imanla göçmeyi nasip etsin. Allah, her şeyin hayırlısını nasip etsin.”

Ve inanın o duâlar, geri dönmeyen duâlar olur, hedefini bir ok gibi bulur. Anaların duâları gökler katından geri dönmez. Bir evlâda annenin en güzel armağanıdır, anaların duâlarıdır. Anne duâsı, anne sevgisi bizledir. Verdikçe çoğalır.

Anaya hakkını ödememek, analara teşekkür etmemek, Allah’a şükretmemektir. Ana hakkı, Allah hakkı demektir.

Mevlânâ;

“Annenin merhameti de Allah’tandır. Ona hizmette bulunmak da hem farzdır, hem de yerli yerinde bir iştir. Annen sana ‘geber’ dese, bil ki, kötü huyunun, kötülüğünün gebermesini ister” der.

Ah analar, duânız olmasaydı ne olurdu halimiz. Katlandığınız dertler, çektiğiniz acılar sizin belki de gıdanızdı. Kim bilir?.. Kim bilebilir, anneliğin nice yüce bir san’at olduğunu Allah’tan başka, kim bilebilir ki?

W. Pudolph; “Doktorlar, asla yürüyemeyeceğimi söyledi, ama annem, Allah’ın izniyle yürüyeceğimi söyledi. Ben de Allah’a ve anneme inandım” diyor. İşte en karanlık işlerde ve en karanlık eşiklerde güneş gibi aydınlatan ışık…

Victor Hugo, bir annenin, savaş sırasındaki fedakârlığını bir eserinde şöyle anlatır:

“Ekmeği ikiye böldü ve aç çocuklara verdi. Çavuş, ‘kendine hiç ayırmadı’ diye homurdandı. Bir asker, ‘çünkü aç değil’ dedi. Çavuş, ‘hayır, o bir anne’ diye karşılık verdi…”

Sevgili anneler, sizin destanınızı yazmaya kalemler ve kelimeler yetmez…

Adınız yeter her şeyi anlatmaya, Rabbimizin sonsuz rahmetini coşturmaya adınız yeter. Siz anneler iyi ki varsınız. Duâlarınız iyi ki var. Ey başucumuzdaki ışıklar, peşimizde hep koşuşturan aziz varlıklar, bizleri büyütüp kendi kanatlarımızla uçmamızı sağladığınız için binler teşekkürler.

Son sözü Yavuz Bülent Bakiler’in bir ana duâsı, bir ana hatırası olsun İnşaallah:

“Anamın duâları üzerimde olmasa

Yıkılır sırtımı verdiğim duvar

Kopar, elime gelir tutunduğum dal

Kapımı çalmaz bahar.”

Not: Tüm annelerin, en içten duygularla, o mübarek gününü kutlar, duâlarını bekleriz.

Selim GÜNDÜZALP   www.yeniasya.com.

Ey İnsan! Mesleğin had bildirmek olmasın. Haddini bilmek olsun…

İnsana dair

• EY İNSAN! Mutlak acizsin. Ama mahsun olma; O’nun güzel isimlerine ayine olman veçhiyle sonsuz değerlisin.

 

• Ey İnsan! Sakın ha; şu zevale yüz tutmuş alem-i faniye ehemmiyet verme, onun içine dalıp günahlara bulaşma, gaflete müteveccih olup vazife-i asliyeni unutma. Unutma ki, vazife-i asliyen ötelere yönelip, şu muvakkat âlemden kurtulmaktır. Resûl’ün nurlu iklimine girip, Allah’a kulluk etmektir. Evet gördüm ki, kurtuluşumuz sadece bu ulvi vazifeye namzed olma gayreti ve niyetiyle mümkündür.

• Ey İnsan! Ötelere talip olmalısın, burada kalamazsın. Çünkü işin sırrına erenler burada kalmadılar, vuslata ötelerde erdiler. Öteler ah öteler, kimbilir nice vuslatları gözlemekteler!

• Ey İnsan! Varım dersen kendine yazık edersin. Yokum dersen kainattan daha geniş bir âlemin kapılarını aralarsın.

• Ey İnsan! Detaylara girip vesveseyi davet etme. Bırak ki, o da seni bıraksın.

• Ey İnsan! Kaldır başını ve bak, kâinatta herşey yardımlaşıyor. Sen de, yardımlaşmalı ve paylaşmalısın. Ver ki, sana da verilsin.

• Ey İnsan! Hüzünle mücadeleyi bırak, hüzünle dost olmayı dene.

• Ey İnsan! Mesleğin had bildirmek olmasın. Haddini bilmek olsun.

• Ey İnsan! Kendine sormalısın: Kimi yüceltiyorsun? Kendini mi? Cemaatini mi? Malını ve evlatlarını mı? Yüceltmek fıtri bir duygudur. Ve Sadece O’nu yüceltmen için verilmiştir.

• Ey İnsan! Ömrünün şu an’ını hayali yarınlar uğruna satma. Yarın diye birşey yok. Yarın şu an’ın vücut bulmuş hali değil mi? Ki sen ona şu an sahipsin.

• Ey İnsan! Şunu bil ki; Nefsinin kusurunu gören kabul eder. Kabul eden tevbe eder. Tevbe eden Allah’a sığınır. Allah’a sığınan Rahmete kavuşur. Rahmete kavuşan şeytandan kurtulur.

• Ey İnsan! Kuralları Yaratıcı koyar. Sen kulsun. Sana düşen kurallara uymak ve hikmetlerini keşfetmektir.

• Ey İnsan! Ezan bir davettir. Namaz davete icabet etmektir. Davet eden kim? Davete icabet etmeyen kim? Kendine sormalısın…

• Ey İnsan! Gelene çok sevinme, gidene çok üzülme.

• Ey İnsan! Namazı bekle, namazı bekletme.

• Ey İnsan! Namazda gevşeme; gevşersin.

• Ey İnsan! Sen namazı bırakmazsan, namaz seni bırakmaz. Bırakan sen olma ki, namaz üzülüp mahzun olmasın.

• Ey İnsan! Aldatmak, aldanmaktır.

• Ey İnsan. Madem bütün hadisat Allah’tan onay ve müsaade alarak vücut buluyor, başıboş değil. Hadisatla uğraşmayı bırak. Hadisata tebessüm et, hadisatla barış. Niye deme. Hikmetini sorgula.

• Ey İnsan! Varoluşu varedilmişler açıklayamaz. Varoluşu ancak Vareden açıklayabilir. Görevin varoluşu gözlemlemek ve müşahitlik etmektir.

• Ey İnsan! Rabbim seni seviyor, sana değer veriyor, seni önemsiyor, seni kendine muhatap kabul ediyor, beş vakit sana özel davet gönderiyor. Yürümelisin. Yorulsan da, zorlansan da yürümelisin. Yapabilirsin. Yolun açık olsun.

• Ey insan! Dualarında kardeşlerin de yer bulsun… Vesselam

Murat KARACA