Sevmek…

Sevmek, davete icabettir…

Mevlana’dan beş vakte beş yazı…

namaz

Sabah Namazı;
Vakit seher? Zamanın rahmine sabahın nutfesi düştü az önce. Gün doğuyor yine ve yeniden. 

Şimdi hatırla ki, sen de bir zamanlar yokluğun karanlığında yitiktin. Kimsenin adını bilmediği, hatırını saymadığı bir yetimdin. Hatırla ki, Rab bin seni yokluğun gecesinden varlık ufkuna eriştirdi. Unutulmuşluğun gecesinde bırakmadı seni. Rab bin seni sahipsiz de bırakmadı.

Şimdi seher vakti. Sıyrıl gafletin gecesinden. Sehere aç gözlerini. Rab bine aç kalbini. Uyan. Uyan ve an seni hiç unutmayan Rabbin’i. Herkes unutsa bile seni unutmayan Rab bini herkesin O’nu unuttuğu anda an! Kalk! Kalk ve miracına eşlik et En Sevgilinin [asm].

Şimdi sabah namazı vakti…

Öğle Namazı;
Vakit öğle… Güneş göğün en yüksek noktasında. Tıpkı gençliğin gibi. Şimdi gün de bir delikanlı. Heyecanlı ve telaşlı… Sanki hiç bitmeyecekmiş gibi, hiç akşam olmayacakmış gibi… Oysa güneş şimdi batmaya başladı. Zirveye erişen herkes gibi o da alçalmaya başladı. Akşama akıyor ışıklar artık. Bil ki gün akşamlıdır; bil ki yazın sonu hazandır.

Vakit öğle… O kadar gürültü var ki ortalıkta. Kalbinin sesini duyamıyorsun bile. Ruhunun sonsuza uzanan emellerine kör olmak üzeresin. Telaşların arasından sıyrıl, yer ayır ruhuna. Kalbini sonsuzluğa bitiştir. Alnını secdeye değdir.

Şimdi öğle namazı vakti.

İkindi Namazı;
Vakit ikindi. Gün ihtiyarladı. Güneş solgun rengini bırakıyor güller üstüne. Hüzün renkli bulutlar sardı göğü. Güneşin saltanatı bitmek üzere. Zevale akıyor ışıklar.

Hatırla ki, sen de bir ömrün ikindisine yürüyorsun. Tenin soluyor. Gözlerinin feri çekiliyor. Öbür kıyısındasın artık nehrin. Güz yaprakları gibi. Hem dalındasın hayatın hem de düşmeye hazırsın.
Rüzgârı bekliyor gibisin. İnceldiğin yerden kopmaya hazırsın. Hoyrat bir rüzgâr artık zaman.

Şimdi ikindi vakti. Secdeye koy alnını. Zamanın Sahibini selâmla. O’na konuş, O’nunla konuş; dualarını fısılda. Sonsuzluğa tutun hece, hece.

Şimdi ikindi namazı vakti.

Akşam Namazı;
Vakit akşam. Gün ölmek üzere. Güneş ışıklarını topluyor eşyanın üzerinden. Kızılca kıyameti kopuyor dünyanın. Kara kefenini giyiniyor gün. Gülün rengi soluyor, eşyanın cezbesi yitiveriyor.

Hatırla ki, senin de akşamın olacak bir gün. Ömrünün ışıkları solacak. Hayatının perdesi çekilecek. Dudaklarında donacak gülüşün güneşi. Zaman uçurumun olacak; gelen günün güneşi sana doğmayacak.

Şimdi akşam. Herkesin senden uzaklaşacağı ölüm anını hatırla ki, sen de şimdi herkesten ve her şeyden uzaklaşıp Rab bine yanaşasın. Seni sen yokken de bilen Rab bin, sen öldükten sonra da bilecek elbet.
Herkesin unuttuğu yerde seni bir O hatırlayacak. Hatırını yalnız O bilecek.Sen de O’nu an şimdi.

Şimdi akşam namazı vakti.

Yatsı Namazı;
Vakit Yatsı. Gün çoktan öldü. Güneş ışıklarını topladı. Gece hükmediyor âleme. Güneşin saltanatı bitti. Işıklar tükendi ufuklarda. Renkler ellerini çekti eşyadan. Gül soldu, gün soldu. Göğe yöneldi gözler.

Hatırla ki, Sen de unutuşun kara gecesine yuvarlanacaksın. Bir adın kalacak geriye. Bir mezar taşın hatırlayacak belki Seni. Belki o da unutacak.

Düşün ki, unutuşun koyu karanlığı çökmüş üzerine. Yokluğuna çoktan alışılmış. Unutuluşun hepten kanıksanmış. Kimsenin özlediği bile değilsin artık.

Hatırla bunları. Hatırla ki, çoklarının Seni unuttuğu bu gece, herkesi unutup Sen de O’nu hatırla. Çoklarının ışıklara kanıp sahte renklerin kuyularına daldığı bu gece, Rab bini an, Rabbine kan, Rabbine uyan.

Evet, işte Şimdi yatsı namazı vakti…

selam ve dua ile…  

Risâle-i Nur’da Namaz Bahsi…

 
 

Risâle-i Nur’a göre namaz; kul ile Rabbi arasında gizli bir bağ, esrarlı bir iletişim vasıtası, sırlı bir köprüdür.
Namaz; kulun Rabbine en içten, en samimî, en nazdâr, en niyazdâr, en feyizdâr, en bereketli, en sevaplı, en nitelikli, en değerli, en kâmil yönelişidir, müteveccih oluşudur, sığınışıdır, iltica edişidir.

Namaz; kulun kendi acziyetini, fakrını, kusurlarını, noksanlıklarını, çaresizliğini, mahviyetini, bir hiç oluşunu idrak ederek, mutlak kudret Sahibi, mutlak zenginlik Mâliki, mutlak kemâl Sahibi, mutlak rahmet ve merhamet Sahibi, mutlak varlık Sahibi olan Kadîr-i Zülcelâl’in, Ganiyy-i Kerîm’in, Rahmân-ı Rahîm’in, Vâcibü’l-Vücûd’un, yani Cenâb-ı Allah’ın rahmet kucağına kendisini atmasıdır, yani mal etmesidir.

Namaz; sonsuz nimetlere muhtaç olduğu halde, sermayesi “hiç” hükmünde; nihayetsiz musîbetlere maruz olduğu halde, iktidarı hiç hükmünde; emelleri, arzuları, elemleri ve belâları hayal dairesi kadar geniş ve sonsuz olduğu halde, sermaye ve iktidarının, güç ve kudretinin dairesi eli nereye yetişirse o kadarcık “dar” olan insanoğlu için bütün emellerine kifayet eden, bütün arzularına cevap veren, bütün elemlerini dindiren, bütün acılarını söndüren, bütün belâlarını yok eden büyük bir kâr, muazzam bir saadet, bulunmaz bir nimet ve yüksek bir uhrevî ticarettir.1

Namaz; hiç sağa ve sola sapmadan ve bir saniye bile oyalanmadan sür’atle kabre, haşre ve ebede doğru baş döndürücü bir hızla koşan insanoğlu için, şimşek gibi ve hayâl sür’atinde en hızlı bir ulaşım aracı; Cennet gibi en güzel ve eşsiz bir saadet kaynağı; rûha, kalbe ve akla büyük huzur veren ve diğer mubah dünyevî işleri de ibâdet rengine boyayan, fânî ömrü ibkâ eden, yani bekâya mal eden, yani bâkîleştiren, âlem-i bekâ tarafından açtığı pencerelerle ebediyet nesîmi ve kokusu alıp getirerek rûhu ve kalbi doyulmaz sevince ve huzûra gark eden benzersiz bir mutluluk, esenlik ve emniyet kaynağıdır.2

Namaz; nefis ve hevâ, cin ve ins şeytanlarına karşı etkin bir mücâhede ile insanoğlunun kalp ve aklını, ruh ve cismini günahlardan, ahlâk-ı rezîleden ve ebedî helâk olmaktan kurtaran muazzam bir talim ve talimattır.3

Namaz; ruhlar âleminden kalkıp, ana rahminden yola devam eden insanoğlunun, çocukluktan, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden ve Sırattan geçen uzun imtihan seferinde; yokluğa ve ayrılığa, Sâni-i Zülcelâl’in taze taze, renk renk, çeşit çeşit, nakış nakış mu’cizelerini, kudret harikalarını ve rahmet tecellilerini tam bir lezzetle seyir ve temaşaya birer vasıta hüviyeti kazandıran; ölümü, dünya zindanından Cennetler bahçesine ve Rahman’ın huzuruna götüren emre amade bir at ve burak suretinde gösteren; dünyada aciz ve fakir kalbinin kuvvet, huzur ve zenginlik kaynağı; o uzun ve karanlıklı ebediyet yollarının gıdası, zahiresi, ışığı, nuru, beratı, bileti, senedi ve burağı hüviyetinde bir rahmet tılsımıdır.4
Namaz; Cenâb-ı Hakk’ı, celâline karşı sözümüzle ve fiilimizle “Sübhânallah” deyip takdis etmek; kemâline karşı dilimizle ve amelimizle “Allahü Ekber” deyip tazim göstermek; cemâline karşı kalbimizle, dilimizle ve davranışımızla “Elhamdülillâh” deyip şükretmektir.5
Namaz; Allah’ın dergâhında kendi kusurunu, aczini ve fakrını gören kulun; istiğfar ederek, Rabbinin bütün kusurlardan, noksanlıklardan ve ehl-i dalâletin batıl fikirlerinden pak, müberrâ, münezzeh, muallâ, mukaddes ve muarrâ olduğunu tesbih ile ilân etmesi, O’na iltica ve tevekkül etmesi, O’na şükür ve sena etmesidir. Keza Risâle-i Nur’a göre namaz; bütün ibadet çeşitlerini içinde toplayan umumî bir fihriste, bütün mahlûkat sınıflarının renk renk ibadetlerine, tesbihlerine ve zikirlerine işaret eden kudsî bir harita hükmündedir.6

Bu yüksek vasıflarla namaz, yalnız ve yalnız Allah’ın rızası için kılınır. Kul ile Rabbi arasına hiçbir kimsenin rızası, hoşnutluğu, gözü, gönlü, arzusu, dileği, isteği, teşviki, tebriki, takdiri, hürmeti, saygısı, sevgisi girmez. Eğer girerse, namazın makbûliyetine zarar verir.    

DUÂ

Ey Rabb-i Rahim! Bizi namazın salahatine eriştir! Bizi namazın hidayetine eriştir! Bizi namazın hakikatine eriştir! Namazdaki kusurlarımızı bağışla! Namazdaki eksiklerimizi ikmal eyle! Bizi ve kıyamete kadar neslimizi namazın esrarını müdrik kıl! Âmin!

Dipnotlar:

1- Sözler, s. 25.
2- Sözler, s. 27, 246.
3- Sözler, s. 29.
4- Sözler, s. 35, 36, 245.
5- Sözler, s. 44.
6- Sözler, s. 45.

Süleyman Kösmene

Secde ve rükû…

 

” Secde ve rükû, varlık tokmağını, Allah kapısına vurmaktır. Çok vur, mutlaka açılır kapı.”

Çalışan İnsanın Namaz Bereketi…

Çalışan İnsanın Namaz Bereketi

Namaz kılmaya yanaşmayan insanların bir başka bahanesi:

“Beni namazdan alıkoyan ve usandıran öyle gereksiz şeyler değil. Ben aile geçindiriyorum. Çalışmak zorundayım, namaz kılmaya zaman bulamıyorum”

Önce şu misale bakalım:

On milyonluk bir gündelikle bir işte çalışıyorsun. Bir adam gelse, sana dese ki: “Gel on dakika şurayı kaz, bir milyar değerinde bir pırlanta bulacaksın.”

Sen ona, “Yok gelmem. Çünkü on milyonluk gündeliğimden kesilecek, gelirim azalacak” desen, ne kadar akılsızca hareket ettiğini anlarsın.

Bu misalde olduğu gibi, sen şu bahçede geçimin için çalışıyorsun. Eğer namaz kılmazsan, bütün çalışman sadece dünyaya ait kalır. Bu bereketsiz bir çalışma demektir…

Eğer işe ara verip de dinlenme zamanını ruhunun rahatını, kalbinin teneffüsünü sağlayacak olan namaza ayırırsan iki kat kâr edersin.

Kârlardan birincisi:

Bu bahçeden elde ettiğin çiçekli olsun, meyveli olsun her bitkinin ve her ağacın yaptığı teşbih ve zikirlerden sen de bir pay alırsın. Çünkü o bitkiler kendi dilleriyle Yaratıcılarını zikrediyorlar, Onu teşbih ediyorlar.

Kârlardan ikincisi:
Bu bahçeden çıkan ürünlerden kim yerse yesin—Hayvan olsun, insan olsun, inek olsun, sinek olsun, müşteri olsun, hırsız olsun—bütün bu yenilenler senin için bir sadaka yerine geçer. Onların yediği kadar sevap alırsın.

(Risale-i Nur Külliyatı yirmi birinci söz’den)
Mehmet Paksu

Tebrikler size, ey ehl-i namaz!..

Tebrikler size, ey ehl-i namaz!.. Namazda dâim olmayı, huşû ile kılmayı, ilk vaktinde edâ etmeyi, kazaya bırakmamayı başarıyorsunuz mübârek olsun! 

Abdülkadir Geylânî Hazretleri’nin çilesinin son deminde gâipten bir ses gelir:

“–Kulum, artık senden namaz emrini kaldırıyorum.”

Geylânî Hazretleri aldanmaz, kovar pis şeytanı!.. Dikkat buyurun “artık namaz kılma” diyor; Âdemoğlunun daha derin zaafı olmasına rağmen “İçki iç, zina et!..” demiyor, “Namaz kılma” diyor. 

Mefhum-ı muhâlifinden yola çıkarsak, demek ki, namaz çok önemli bir kale bizim için. Onu şeytan ele geçirse, pek çok günaha kapı açılacak yahut namaz öyle kıymetli ki, onu bizden alsa, her şeye bedel, her şeye değer!..

 

Tebrikler, “Kör şeytan, git başımdan!..” dediniz ve namaz kılmaya karar verdiniz! Her gün, her vakit bu savaşı yaptınız. Bazen sabahlara, bazen yatsılara hücum etti, şeytan; bazen öğle ve ikindi namazlarına, bazen akşamlara… Tebrikler! Her seferinde üstesinden gelmeyi başardınız.

Tebrikler! Namazları kazaya bırakmaktan kurtuldunuz. Tek tük derken epey fire veriyordunuz namazlardan… Şeytan, her seferinde sizi aldatmayı başarıyordu. Sabahları kalkmamak âdet oluyordu nerdeyse… Nicedir mahrumdunuz kuş sesleri eşliğinde güneşin doğuşunu beklemekten… Özlemiştiniz iyiden iyiye, sabah namazını hiç kaçırmamayı… Öğle ve ikindiler iyice karmaşıktı; okul, iş, misafir derken bir bakıyordunuz namaz vakti çıkmış! Akşamlar yemek, yolculuk, TV derken gelip geçiyordu. Yatsılar uykulara kapılmakla… Hayat gâilesi, “gâile”liğini ortaya koyuyor muydu yoksa, şeytan, güzelim hayatınızın başına çorap mı örüyordu? Biliyordunuz doğrusunu. Sonunda “Yeter!..” dediniz.

 

Tebrikler, gevşeyen her şeyi, büze büze toparladınız. Olması gerekenleri…

Tebrikler, gafleti ve tembelliği yendiniz!..

Tebrikler, başardınız ezân okununca namazınızı hemen kılmayı!.. Nasıl derd ediyordunuz bunu… Şu, bu derken saate baktığınızda namaz vaktinin son yarım saatinin kaldığını yahut ilk bir saatinin geçiverdiğini görmekten nefret ediyordunuz. Hele arkadaşlarla sohbet ederken, hele bilgisayar başındayken bunun olması, rûhunuzu öfkeden deli ediyordu. Çok kızıyordunuz kendinize, çok!.. Nihayet yönetime el koydunuz. Atınızın alnının ortasına kurulmuş olan şeytanı bir kırbaç darbesiyle attınız oradan ve yola düştünüz. 

Tebrikler! Zaman disiplini oluşturmayı başardınız.

Tebrikler! Nihayet seheri, teheccüd vaktini ihyâ etmeyi problem olmaktan çıkardınız, lezzete dönüştürdünüz. Akşam erken yatınca oluyormuş. Peygamberimiz’in bu çok mühim sünnetini îfâ etmenin huzuru ve tadıyla, arada kaçırsanız da mes’utsunuz, tebrikler!

Namaz, yarama ilâç, yanık yerime merhem,

Onsuz bütün dünya benim olsa istemem.

(Necip Fazıl Kısakürek)

 

Tebrikler, anladınız bunu.

Tebrikler! Ciddiye aldınız namazı. Ömrünüz tükenip giderken namaza dört elle sarıldınız, tebrikler… Örnek oldunuz namaz hassasiyetinizle… Pek çok insanın namazına vesîle oldunuz, sessiz ve derinden akışınızla… Mübârek olsun. Allah Teâlâ dünyada, kabirde de ayırmasın namaz neşesinden.

Tebrikler! Saâdet-i dâreyn diliyoruz size…

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Onlar, Rablerinin rızasını dileyerek sabrederler, namazı kılarlar; kendilerine verdiğimiz rızıktan, gizlice ve açıkça sarf ederler; iyilik yaparak kötülüğü ortadan kaldırırlar; işte onlara bu dünyanın güzel âkıbeti, girecekleri Adn cennetleri vardır; babalarının, eşlerinin, çocuklarının iyi olanları da oraya girerler. Melekler, her kapıdan yanlarına girip:

 

سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ ۚ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ

 

«Sabretmenize karşılık size selâm olsun; burası dünyanın ne güzel bir neticesidir!» derler..” (er-Ra’d, 22-24)

 

Sabır, üç yerdedir, diyor erenler…

 

İlki bildiğimiz sabır; belâ ve musibet ânında kendimizi Allâh’a isyandan korumak. Rızâ-yı ilâhîyi kazanmak niyetiyle susmak.

 

İkincisi, günahlara karşı sabır. Allâh’a karşı gelmek korkusuyla mübah olana bile temkinli yaklaşmak!..

Sabır gösterilecek üçüncü yer, iyiliklerin devamı hususunda… Nefs-i mülhemenin hâllerindendir ki, “Az da olsa devamlı olan” diye hadîs-i şerîfle tavsiye edilen denge hâli… Sürekli elimizdeki üç-beşi tırtıklayıp duran şeytan ve avenesine sabırdan bir set çekmek dirâyeti… Dirâyet, sabrın direği…

“Dâne toprak içre şiddet çektiğiyçün nîce gün

Baş çekip harmanlanır ârâyiş-i bûstân olur” 

(Fuzûlî)

 

Tebrikler! Nicedir yüreğinizde bir tohum gibi sakladığınız sâlih ameller, neşv ü nemâ buldu hayatınızda… Çiçek açtı, içinizde ne kadar ağaç varsa, bu bahar…

 

Tebrikler! Teheccüde kaldırmak için çalan saatin alarmını her seferinde erteleyerek ancak sabah namazında kalkabiliyordunuz. Her seferinde kınıyordunuz kendinizi… Lâkin, birden bir ışık belirdi zihninizde bir gün. Madem nefsiniz geri adım atmıyordu, siz ileri gitmeyi denemeliydiniz. Sabah namazı sonrası işrak beklemeye bayılırdınız. Günün ilk ışıklarını yüreğinize salmakla beslenirdi rûhunuz… Bu bekleyişe, geceki ertelemeleri eklediniz. Âdeta kazâsını yapmaya başladınız. 

Kırk dakikalık kerahat vakti bitip de işrak namazını kılınca, Kur’ân-ı Kerîm okuyor yahut tesbih çekiyordunuz. Geçmiş derslerin kazaları… “Geceki her erteleme için bir sayfa daha Kur’an okuyayım.” diyordunuz yahut “Bir devir daha tesbih çekeyim.” diyerek uykuyu erteliyordunuz durmadan… Nefsiniz neye uğradığını şaşırdı, bu mukavemeti beklemiyordu sizden… Tebrikler! Artık alarmın ilk çalışında fırlıyorsunuz yerinizden… Nefsi adam etmenin yollarından birini keşfettiniz, tebrikler…

Günâha yaklaştığını düşünen Müslüman, daha bir teyakkuzda olur. Günahtan uzak olduğunu, emniyette olduğunu düşünen ise, çok çabuk aldanır. Bu emniyet hissi, şeytan için kağıttan bir perdedir âdeta. Bir tırnak darbesiyle yırtıp açar onu.. Belki bu yüzden kabz hâlini, bast hâlinden üstün tutmuş bazı âlimler…

Bast hâlinde, o bahçe sahibi gibi, “Bunun mahvolacağını sanmam.” der de ertesi sabah bahçesini yanmış bir hâlde bulur. (Bkz: Kehf, 32-42)

Kabz hâlinde ise, Firavun’un sihirbazları gibi duâya durur:

“-Ayaklarımızı sâbit kıl, üzerimize sabır yağdır.”

Firavunlaşan nefse:

 

“-Senin sözün bu dünyada geçer!..” der.

 

Böyle ümitsizlik ve karamsarlıktan sersemlemişken, böyle tir tir titreyen ellerle bir şeyleri kırıp dökerim diye cam bardakları, kristal bardakları taşımaya kalkmaz, sıcak çorbalara kaşık sallamaz. Üstelik içindeki muhabbet eksikliği için Allah’tan af diler;

 

“–Sen, yâ Rabbe’l-Âlemîn, böylesi bir kulluğu hak etmiyorsun, sen ne güzel kulluklar görmüşsün, ben Sana lâyık kullukta bulunamıyorum, beni bağışla!..” diye yalvarır kara gecelerde, ıslak seccadelerde…

 

Tebrikler! Kabz hâlinden sağ sâlim çıktınız sahil-i selâmete… Yûnus Peygamber gibi sarıldınız bir kabak yaprağına… Hasta bünyeniz iyileşti, tazelendi. Nasıl da mahvetmiş sizi, balığın midesindeki sular, o hava… Tebrikler!.. Yûnus -aleyhisselam-’ın duâsını hatırladınız da çıktınız o karanlıktan.

 

لا إِلَٰهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

  “Sen’den başka ilâh yok, Sen sübhânsın, eksiksiz, kusursuz; ben (ise), zâlimlerden oldum.”     (el-Enbiyâ, 87)

 

“Bayramım imdi, bayramım imdi

Bayram ederler, yâr ile şimdi

Hamd ü senâlar hamd ü senâlar

Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm” 

(Hacı Bayrâm-ı Velî -k.s.-) 

 

Tebrikler! Âyet-i kerime ile kınanan güruhtan olmadınız. Karaya çıkınca, gerisin geri gitmediniz, bast hâlinde de hamd ile şükr ile rağbet ettiniz Rabbinize… Emniyet hissine kapılmamak için mâtemlerin civarından ayrılmadınız. “İnfak kuşu”nu koydunuz gönül kafesine; size hatırlatıp durdu: “ihtiyaç fazlasını, ihtiyaç fazlasını…” (el-Bakara, 219) diye…

Tebrikler kardeşlerim!.. Kardeşleri olmaktan dolayı mesrur olduğum güzel insanlar, eşref-i mahlûkât olma yoluna baş koydunuz. Mesâfe almaya da başladınız. Artık o yolda ölseniz de umulur ki, Cenâb-ı Hak, tamamlamış gibi muâmele eder. Şimdi tek bir hedefimiz var, değil mi?

“Ancak müslüman olarak ölmek” için bulunduğumuz noktada sabır göstermek… Yine duâ, hep duâ.

 

رَبَّنَا لاتُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً ۚ إِنَّكَ أَنْتَ الْوَهَّابُ

 

 “Ey Rabbimiz, bize hidâyet verdikten sonra kalplerimizi saptırma ve katından bize bir rahmet bağışla!.. Şüphesiz bağışı bol olan (Vehhab) Sen’sin..” (Âl-i İmrân.8)

Ayşenur Vural