Kimi zaman hata ve günahlardan bir “ah” feryadıyla yükselir insanın sesi…Kimi zaman da sürur, şükür, huzur getirir bugüne mazi…Yapıp yıktıklarımızla elde kalan insandır…Af ve merhamet bekleyen insan…

Her insan pişmandır…

Her insandan geriye kalan birşeyler vardır bu hayatta.

Kiminden eser, kiminden isyan… Kiminden iyilik, kiminden kötülük… Kiminden söz, kiminden sükut… Kiminden ağıt, kiminden menkıbe… Kiminden hayat, kiminden ölüm… Kiminden şükür, kiminden pişmanlık…

Hal ve mazi yaşanmışlığın izleriyle doludur…

Elbette ki bu “büyük fotoğraf” insanlığın halidir, seviyesidir, aklıdır, ruhudur, hafızasıdır.

Yaşanmış olan, insanın hem eylemidir hem de eseri.

Bu eylem ve eserden teşekkül eden “hayat hafızası” da çoğu zaman tazedir.

İyisiyle kötüsüyle mazi insanın peşini bırakmaz.

Kimi zaman hata ve günahlardan bir “ah” feryadıyla yükselir insanın sesi…

Kimi zaman da sürur, şükür, huzur getirir bugüne mazi…

İnsan yaşadıklarıyla kaybeder ve insan yaşadıklarıyla kazanır…

Şüphesiz her insanın yaşanmışlıktan kaynaklanan bir hafızası vardır ve orada bir “birikim” sözkonusudur.

Biliyoruz ki insan hem kendine aittir, hem de insanlığa…

Yani, insan hem kendinden sorumludur hem de insanlıktan…

İnsan biriktirir, çünkü insan yaşarken, duyar, hisseder, konuşur, tepki verir, etkiler, etkilenir…

Her insanın sergüzeşti hayatı ötekinden farklılık arzeder ama insanın yapıp ettikleri “insanlık havzasında” toplanır…

Yollarımız, mücadelemiz, azmimiz, irademiz, imtihanlarımız, ikramlarımız farklılık gösterse de gittiğimiz yer aynıdır.

İnsan ne olursa olsun, insan ne yaşarsa yaşasın, insan nasıl yaşarsa yaşasın, insan nerede yaşarsa yaşasın, insan arınmak ister.

Sık sık kalbinden, kalbimizden geçer bu duygu.

Herkes pişmandır hayatta.

Ömrünü heder eden de pişmandır, kendisini bir hiç uğruna tüketen de pişmandır.

Fani hayatı baki zanneden de pişmandır, öfkesinin esiri olan da pişmandır.

Fakat hayatının en küçük anını dahi israf etmeyen de pişmandır.

Şükreden de pişmandır, sabreden de… Bilende pişmandır bilmeyen de…

Birincidekiler, cehaletin, bilgisizliğin, nankörlüğün, tükenmişliğin, yolda kaymışlığın, insan kalamamanın, hedefe varamamanın pişmanlığını yaşar.

Bu “negatif pişmanlıktır”.

İkincidekiler ise, nimet vereni bulduğu, Onun huzurunda yaşadığı ve yaşatıldığını gördüğü, korunup kollandığını hissettiği ve esirgenip bağışlandığını idrak ettiği halde, şanına yakışır şükrü sergilemekte acizlik hissetme pişmanlığıdır.

Bunlarınki de “pozitif pişmanlıktır”

Negatif pişmanlık, son pişmanlıktır ki hiçbir fayda vermez, pozitif pişmanlık ise insanı yükselten bir arayıştır, faydası çoktur…

Hepimizin önünden bir hayat geçiyor, gidip maziye demirliyor.

Ve aynı anda hepimizin hayatından bir mazi geçiyor.

Hayat ve mazinin tesirinde biz hem bir istikbal hem de bir mazi adayıyız.

İnsan olduğumuz kadar da insanlıktan yanayız…

Bugünkü “büyük insanlık manzarası” da bizim eserimizdir.

Mazisiyle, atisiyle sorumluluk bize aittir.

Sorumlu ve suçlu insandır… Ve her insan pişmandır…

Yeri asla yaramayacağı, boyu dağlara erişemeyeceği halde yeryüzünde böbürlenerek yürüyen insan pişmandır.

Kibirliliği alçak gönüllü olmaya tercih eden insan pişmandır…

Kendini muktedir zannedip de ölümlü olduğunu unutarak kendini abartan insan pişmandır…

Ölümden korkup da ölümü yok etmeye çalışan insan pişmandır…

Ölüm sonrasına hazırlık yapmayan insan pişmandır…

Ölümden nasihat almayan insan pişmandır…

Her şeyin üstesinden gelemeyeceğini çabucak unutan insan pişmandır…

Hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğine inanarak her şeye hakim olmak için uğraşırken hayatı yaşanmaz hale getiren insan pişmandır…

Çaresizlik tuzağına düşen, her durumda ve her zaman bir umut ışığı olduğunu aklından çıkaran insan pişmandır…

Derdi ve davası olmayan insan pişmandır…

Yaptığı iyiliği büyük görüp başa kakan ve iyiliklerini anlatarak onları kıymetsizleştiren insan pişmandır.

İyiliği karşılık beklemeden yapmayan insan pişmandır…

İyilik yapma imkanı önüne kadar geldiği halde iyiliğe eli varmayan insan pişmandır…

İnsanları hor ve hakir gören pişmandır…

Büyüklük kompleksine kapılıp, insanları ezerek arkadaşlarını kendinden uzaklaştıran insan pişmandır…

Kendisine bir kötülük yapıldığında hemen karşılık veren insan pişmandır.

İnandığı gibi yaşamayan insan pişmandır…

İnsanları kendisinden uzaklaştıran ve gittikçe bencilleşen insan pişmandır…

Dua alamayan insan pişmandır…

Tevazuu unutan insan pişmandır…

Öfke ve ihtirasın esiri olan insan pişmandır…

Yalana göz kırpan insan pişmandır…

Önyargılarla fikri ve ruhu kapanmış insan pişmandır…

Beğeni duygusunu sürekli kendine yönelten insan pişmandır…

Nefsinden razı olan insan pişmandır…

Heva ve heveslerini kendine ilah edinen insan pişmandır…

Hak ve adalet duygusunu yitirmiş insan pişmandır…

Günahtan ve hayatını israf etmekten çekinmeyen insan pişmandır…

Aklına geleni söyleyen, sözü tartmasını bilmeyen insan pişmandır…

İnsan olmanın vazgeçilmez prensiplerini küçük çıkarlar için feda eden insan pişmandır…

İnsanlara güven vermeyen insan pişmandır.

Gösteriş yapıp hayra da mani olan insan pişmandır…

Merhamet etmeyen insan pişmandır…

Aklını, kalbini işletmeyen insan pişmandır…

Kendinden iyi durumda olanlara bakıp üzülen insan pişmandır…

İmkanlarını insandan yana kullanmayan insan pişmandır.

Vermeyi almaktan daha büyük bir ihtiyaç görmeyen insan pişmandır…

“Anlamaktan” vazgeçip, bütün gücüyle “anlaşılmaya” odaklanmış insan pişmandır.

Allah’tan korkmayan insan pişmandır…

Allah’tan hakkıyla korkmayan insan da pişmandır…

Günah ve hatasını bildiği halde tövbe etmeyen insan pişmandır…

Yaşarken vicdanının sesini duymayan insan pişmandır…

Bilen de pişmandır bilmeyen de… İnanan da pişmandır inanmayan da…

Peki sizin pişmanlığınız hangisi?

Ne kadarı pozitif pişmanlık, ne kadarı negatif pişmanlık.

Bir soru daha; Hangi pişmanlıklarınızdan pişman oldunuz da kurtuldunuz, insanın düştüğü yerden kalkmasına ve insanlığın huzur arayışına nasıl bir katkınız oldu?

Kuran diyor ki; Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (onlar ziyanda değillerdir). (Asr suresi)

Bakın ki sayamayacağımız kadar çok pişmanlık içindeyiz.

Ya sayacak kadar az olsaydı pişmanlıklarımız.

İnsanın halleri ve “büyük insanlık tablosu” daha iyi olmaz mıydı.

Pişmanlıklarımızın bedelidir; insanlığın huzursuzluğu ve sürüp giden tedirginliği.

Her insan pişmandır ama hangi pişmanlıklar hala işe yarar.

Her insandan geriye kalan bir iz vardır bu hayatta.

Hepimizden geriye kalan ortak şeydir pişmanlık. Bazı pişmanlıklar yapıcıdır, bazıları yıkıcı.

Yapıp yıktıklarımızla elde kalan insandır…Af ve merhamet bekleyen insan…

Bir Nefeslik Mola Ver!



Yavaşla…

Yükünü omuzlarından indir..

Gaflet gözlüklerini çıkar…

Günah terlerini tevbe mendiliyle sil..

Sunulan iman şerbetlerinden iç.. iç.. iç..

Bir nefeslik mola ver.

Tekrar düşün!

Nereden geliyorsun?

Nereye gidiyorsun?

Necisin?

Cevabı bul, bil, YAŞA!

Ebedi NAR olma!

Ebedi NUR ol!

Sevemez kimse beni, Senin sevdiğin kadar…

 

Bir düşün…

Çok değil sadece birkaç dakika…

Şöyle sıyrıl şu günlük ve gündelik işlerden,

şu gölgeler ve sahteler dünyasından.

Sonra düşün bir an…

Adam gibi düşün, ama ‘düşünen adam’ gibi değil.

İnsanca, mü’mince düşün…

Şimdi seni sevenler var ya…

Şu seni seviyorum diyenler…

Rüzgâr gibi peşinden koşturanlar var ya…

Onlar neredeydi bir zamanlar? Bir düşün…

Onlar seni, ancak sen var olduktan, yani sen yaratıldıktan sonra bildiler ve çok sonra sevdiler.

Öyle değil mi?

Seni seviyorum diyenler için; önce senin ve sonra da sevgi denen şeyin var olması gerekliydi.

Öyle değil mi?

Eğer sen olmasaydın ve yaratılmasaydın kim bilecekti seni?

Kim haberdar olacaktı senden?

Nasıl sevebilir, nasıl “Seni seviyorum” diyebilirdi, şimdi çevrende dönüp duran insanlar.,

Seni, yani henüz olmayanı, yok olanı kim bilebilir, kim sevebilirdi ki? Hatırlamaya çalış!

Sınırlı da olsa, hayal ve hafızanın izini sür.

Seni götürebildiği yere kadar git.

Hatırlamaya çalış!

Bir yerde durman gerekir ama işte tam orada dur: Sen yoktun, dünya da yoktu, hiçbir şey yoktu bir zamanlar.

Ama her şeyi bir Bilen, seni bir Bilen vardı.

O bir olan Allah’tı (cc). Ve sadece O vardı.

O en sevgili, O en şefkatli ve O en merhametli Rabbin vardı.

O’ndan başka hiçbir şey yoktu.

İşte O bütün Âlemlerin Rabbi’dir.

Kur’ân bize O’nu şöyle tanıtır:

“O, göklerin, yerin ve bunlar arasındaki her şeyin Rabbi’dir.” (Şuarâ Sûresi, 24) O’nun rahmeti ve sevgisi her şeyin önündedir ve üstündedir.

Evet, seni sevenler de yoktu bir zamanlar.

Ne annen, ne baban ve ne de en yakınların.

Hiçbir şey yoktu.

Ve sen bu uzun yolculuğun hiçbirinin farkında bile değilken, sadece Rabbin için yok, yoktu.

Dilediği vakit, saat geldiğinde seni yokluktan varlığa, karanlıktan aydınlığa çıkardı.

 

Rabbin seni, sen yokken de biliyordu ve O’nun sonsuz ilminde hep vardın. Seni sen yokken sadece O biliyor, O seviyordu.

Ve sevdiği için de seni var etti.

O’nu bilmen ve O’nu tanıyıp sevmen için seni bu dünyaya gönderdi.

Başkaları seni var olduğun için sevdiler.

Anlayacağın onlar seni şartlı sevdiler.

Oysa Yüce Rabbin seni şartsız sevdi.

Hatta seni sevmesi için var olman bile gerekmezdi.

O seni yaratınca bilmedi. Yaratmadan önce de biliyordu.

O sonsuz ilmiyle ve sonsuz kudretiyle seni yaratmayı diledi ve var etti.

Unutma, sen O’nun, o sonsuz ilminde hep vardın…

Seni yaratmakla, kendini sana bildirdi, seni senden ve kendi varlığından haberdar etti.

Bu müthiş ânı kaçırma hayatından.

Çıkarma hiç aklından.

Hatırla zaman zaman.

Hatırla ki, yanlışlara düşmekten ve korkulara kapılmaktan kurtulasın.

Seni O’ndan başka hiç kimse böyle güzel sevmedi; sevemez de.

Sevemezdi de, sevemeyecek de.

O’nun sevgisi hep en başta ve hep en önde…

Sevenler, “Seni seviyorum” diyenler, hepsi bir bir çekip gidecekler bir gün. Sadece O’nun sevgisi kalacak seninle…

Onun için dinleme içi boş sözleri, gerçek sevgiden nasipsizleri dinleme. Dinleme o palavra şarkıları, o bomboş lâfları. Dinleme…

“Sevemez kimse seni, benim sevdiğim kadar” diyenlere.

Sen, “Sevemez kimse beni,

Rabbimin sevdiği kadar” de…

Gerçek sevginin yolunu bil ve bul.

Bulamayanlara da göster.

Ben bir aynayım. “Aynayı değil, siz aynadaki görüntünün, o tecellînin, o bir anlık cilvenin kaynağını sevin asıl,” de ve doğru adresi göster onlara…

Bir ayna tut yüzlerine.

Bir ışık ol karanlık bakışlara, sevgide adresi şaşırmışlara.

Rabbimin o en güzel isimlerini gör ve göster bir bir.

Biteni, söneni, gideni, geçeni değil, bitmeyeni gör, batmayanı gör…

Gitmeyeni, geçmeyeni ebediyen ölmeyeni, sönmeyeni bil ve bildir.

Kim sevebilir seni O’ndan başka, kim bilebilir seni O’ndan başka.

Gerçek sevginin yolunu kaybedenlere, ışık parmağınla doğru adresi göster:

Ve konuş: Parmağım güneşi gösterirken, parmağıma değil, güneşe bakın. Bana takılmayın. Yanılmayın, bir zerrede, bir tecellîde boğulup aldanmayın.

Bu makamda söz senin; konuş, sözün yettiği kadar.

Konuş konuşabildiğin kadar.

Melekler bile bu şahitliğine hayran kalsınlar.

Ve de ki; “Sevemez kimse beni ‘Senin’ sevdiğin kadar Allah’ım!” Sevemezler, sevseler de yalan severler.

Yok öyle kimseler.

Sende seni sevenler, hakikati halde seni değil kendilerini seviyorlar.

Aldanma, inanma, yanma.

Bir tek senin sevgindir bu dünyada gerçek olan Canım Allah’ım.

Bir tek Senin sevgin…

O sevginin bir katresi, bir zerresi bile yeter bize…

Bunu da anlamayanlara “Sözler”i aç, nurlardan şu cümleyi oku: “…

Her bir isminde mânevî çok hazine-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbub-u Ezelinin, elbette bir zerre muhabbeti, kâinata bedel olabilir.

Kâinat, O’nun bir cüz’î tecelli-i muhabbetine bedel olamaz.”

 

(Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 24. Söz, s. 360)

Selim GÜNDÜZALP

 

Hayattan ne öğrendim?

 

 

Ağır bir ÖSS sorusu gibiydi Esquire dergisininki … “Hayattan ne öğrendiniz?”
Verilen süre içinde aklıma gelenleri aşağıda yazdım.
Yanlışların doğruları götürmeyeceğini umuyorum:
* * *
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi …
Ağladım.
* * *
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye, aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim bir olduğunu başladığı.
* * *
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla …
Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim …
* * *
Insanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve Kötüler olduğunu …
Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
* * *
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi …
Sonra da güvenin sevgiden daha Kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
* * *
Insan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu …
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
* * *
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
* * *
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca Üretilmesi gerektiğini …
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.
* * *
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra …
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana …
* * *
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi …
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi …
* * *
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta …
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.
* * *
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra Kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
* * *
Namusun önemini öğrendim evde …
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.
* * *
Gerçeği öğrendim bir gün …
Ve gerçeğin acı olduğunu …
Sonra dozunda Acının, yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.
* * *
Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.

 

Allahım…

Allah’ım
Bana bir insanın elinden tutmadan önce, Kalbinden tutmanın sırlarını öğret, Ya Rabbi!

Allah’ım!
Okuma, öğrenme, öğrendiklerimizi uygulama aşkımızı, Salgın ve saygın bir
hastalığa dönüştür, Ya Rabbi!

Allah’ım!
Bizleri dünlerde kaybolmaktan muhafaza eyle, yarına kalabilenlerden eyle,
Ya Rabbi!

Allah’ım!
Dinimizi dünyanın mehri yapmaktan, acıkınca da inançlarımızı Yemekten
cümlemizi muhafaza eyle, Ya Rabbi!

Allah’ım!
Beni, beni, benim önüme engel olmaktan
Beni, benim hayatımın kemirgeni olmaktan,
Beni, bana yalan söylemekten muhafaza eyle, Ya Rabbi!

Allah’ım!
Bakışımızı ibret,
Sukutumuzu Hikmet,
Konuşmamızı Sanat ve marifete dönüştür, Ya Rabbi!

Allah’ım!
Boşa bakanlardan,
Boşa susanlardan,
Boşa konuşanlardan eyleme, Ya Rabbi!

Allah’ım!
Zenginlerimizi hamiyetsiz,
Fakirlerimizi gayretsiz,
Alimlerimizi amelsiz,
İdarecilerimizi Adaletsiz bırakma, Ya Rabbi!

Allah’ım!
Kandillerimizi hakiki kandil
Düğünlerimizi hakiki düğün,
Bayramlarımızı hakiki bayram eyle Ya Rabbi!

Allah’ım!
Cehalet, zaruret ve ihtilafa karşı açmış olduğumuz ikinci kurtuluş savaşımızda
bizleri mansur ve muzaffer eyle, Ya Rabbi!

Allah’ım!
Milletimizi, idarecilerimizin önüne engel olmaktan,
İdarecilerimizi de Milletimizin önüne engel olmaktan muhafaza eyle ya Rabbi!
Bizlere devlet-millet bütünlüğüne ulaşmamızı nasip eyle, Ya Rabbi!

Allah’ım!
İdarecilerimizin, feraset, merhamet ve basiretini,
Halkımızın da hürmet, hizmet ve hamiyetini Artır ya Rabbi!
Allah’ım!
Her sabah, güneşi üzerimize yeniden ışıklandırıp günümüzü Pırıl Pırıl aydınlattığın
gibi,
Her sabah, içimizdeki güneşi de, yeni ümitler, yeni hedefler ve yeni heyecanlarla
üzerimize ışıklandır, Ya Rabbi!

Allah’ım!
Bizlere ilim açlığı ihsan buyur Ya Rabbi!
Suya, ekmeğe olan iştahımız gibi, kıyamete kadar kapanmayan bir kitap okuma
iştahı ihsan buyur, Ya Rabbi!

Allah’ım!
Hayatımızın her anında, Namazda gibi, ilahi huzurda olduğumuz bilincinden ayırma, Ya Rabbi!

Allah’ım!
Semalarımızı bayraksız, bizleri hürriyetsiz, camilerimizi cemaatsız,
cemaatimizi de ilim ve hikmetsiz bırakma, Ya Rabbi!

Allah’ım!
Çalışmalarımızı bir ibadet bilinci ve ibadet huzuru içinde yapmayı nasip eyle, Ya Rabbi!

Allah’ım!
Bizlere her daim, hem kavli, hem de fiili dua yapmayı nasip eyle, Ya Rabbi!

Allah’ım!
Dahili ve harici düşmanlardan sana sığındığımız gibi; cehaletin, tembelliğin, kapasite israfının şerrinden de sana sığınıyoruz,
bizleri muhafaza eyle, Ya Rabbi!

Allah’ım!
Sistematik Çalışmayı; en büyük zevkimiz, en tatlı lezzetimiz, en birinci yaşam
ilkemiz haline getir Ya Rabbi!

Allah’ım!
Önce Hak’tan, sonra haksızlıktan korkmayı nasip eyle, Ya Rabbi!

AMİNNNNN AMİNNNN

 

.

Ne bahtiyar bir uğurlama!

 

Sehr-i Ramazan'i ugurlarken

Bir Rahmet ayını uğurluyoruz bu gün. Ne bahtiyar bir uğurlama! Bizden memnun ayrılıyordur inşaallah! Bizim hata ve kusurlarımızla birlikte takdim ettiğimiz ibadetleri alıp gidecek.
İnfitar Sûresinin haber verdiği, kabirlerin içi dışına çıktığı zaman nefislerimize takdim edilmek üzere.
İnşikak Sûresinin haber verdiği, yer düzeltilip içinde olanları dışarı atarak boşaltıldığı ve yerin, Rabbine boyun eğdiği zaman amel defterimizin sağımızdan verilmesine vesile olmak üzere Allah’ın izniyle.
Gâşiye Sûresinin haber verdiği, inanmış olanların yüzlerinin pırıl, pırıl olduğu ve yaptıklarından hoşnut olduğu gün bizlere birer hayır vesikası olarak dönmek üzere.
Fecr Sûresinin haber verdiği, öğüt almayanların öğüt almak istedikleri ve “Keşke bu hayatım için önceden bir şey yapsaymışım!” dedikleri gün, hiç olmazsa bir şeyler yaptığımızın birer belgesini teşkil etmek üzere.
Furkan Sûresinin haber verdiği, gökyüzünün beyaz bulutlar halinde parçalanacağı, meleklerin bölük bölük indirileceği ve zalimlerin ellerini ısırarak “Keşke Peygamberle birlikte bir yolda bulunsaydım! Vay başıma gelene! Keşke falancayı dost edinmeseydim!” diyerek pişman oldukları ve yüzlerinin karardığı gün, en azından hicabımıza bir perde, Allah’ın merhametine sığınmamız ve günahlarımıza karşı Allah’ın affını intizar etmemiz için bir dayanak teşkil etmek üzere.
Yâsin Sûresinin ihbar ettiği, ağızlarımızın mühürlenip ellerimizin ve ayaklarımızın konuşturulacağı gün hiç olmazsa elimizin, ayağımızın ve vücudumuzun yüz akı olabilecek bir vesîle olmak üzere.
Zümer Sûresinin haber verdiği, Sur’a bir daha üflendiğinde insanların ayağa kalkıp bakıştıkları ve yeryüzünün Allah’ın nuruyla aydınlandığı, kitabın açıldığı, peygamberlerle şahitlerin getirildiği ve insanlara haksızlık yapılmadan aralarında adaletle hüküm verildiği gün, bir hukuk belgesi teşkil etmek üzere.
Abese Sûresinin haber verdiği, gülen, sevinen ve aydınlık yüzlerle, tozlanmış ve karanlık bürümüş yüzlerin toplandığı gün, yüzümüzü ak eden bir vesile olmak üzere – en azından bu umutlarla – eksiklerimizle doğrularımızla bir ibadet mevsimini daha geride bırakıyoruz.
Hiç şüphesiz orucumuz çok şey değildi. Allah’ın nimetleri, bizim O’na temayülümüzden çok daha fazla bizi ihata etmiş, kuşatmış haldedir. Ama O, rahmetiyle azı çok sayacağını, biri bin olarak değerlendireceğini, yürüyerek gelen kulunu koşarak karşılayacağını vaad eden Erhamü’r-Râhimîn olduğundan, böyle bir ibadet mevsimini hüsn-ü hâtime ile kapattıktan sonra O’ndan ümit etmemiz de, bizim kulluğumuzun en sevimli yanıdır. O’ndan ümitvârız. İnşaallah bu Ramazanımızı dünya-âhiret hayırlara ve hayırlı inkişaflara vesile kılmıştır diye içimiz umut dolu. Bayramı bu duygularla idrak edeceğiz. Niyazımız; bu ibadet ayında kazandığımız ahlâkî güzellikleri, inceliği, nezaketi ve ibadet hassasiyetini ömrümüz boyunca devam ettirebilmemizdir.
Allah, ehl-i imanın ibadetlerini kabul buyursun, tevfik ve hidayetlerini artırsın; bu arefeyi, cennet-âsâ bir baharın arefesi olarak kabul ediyoruz; Rabbimiz, baharımızı da lûtfetsin; âmin.
Süleyman Kösmene

Hırslı insan, iradesinin dışında ister

 

 

 

Bediüzzaman Said Nursi buyurmuş ki, “Hayat-ı içtimaiyeye sahip olan mübarek karınca dahi, Güya hırs vasıtasıyla ayaklar altında kalmış, ezilir. Çünkü kanaat etmeyip, senede birkaç tane buğday Kafi Gelirken, elinden gelse binler taneyi toplar. Güya mübarek arı, kanaatinden dolayı başlar üstünde uçar.

Kanaat ettiğinden, Bali insanlara emr-ilahi ile ihsan eder, yedirir. “(28. Mektup)

Hırslı insan, iradesinin dışında ister. Isteğinde ölçü yoktur. Her ölçüsüzlük de bir felakettir. Islamiyet ölçü ve ahenk dinidir. Günümüzde pek çok insan, mal konusunda çok hırslı … Daha çok para kazanayım, daha çok malım mülküm olsun, daha çok şöhretim olsun diyerek, insan daima Koşar.

Bir arkadaş vardı. Adamcağız haram helal dinlemeden, zengin olmaya çalışırdı. Ona dedik ki, “zengin olursun amma, açtığın yaralar tedavi edilmez.” “Para her pisliğin üstünü örter.” diye cevap vermişti. Sonra hastalandı. Ilaçlar tesir etmez oldu. Doktorlar ÜMİDİ kestiğinde dedik ki, “hani bıraktı onu derdin dermanı diyordun, onu örter pisliği diyordun?” İnleyerek şu cevabı verdi: “Gerçeği anladım amma, çok geç …”

Yine Hırsla çalışıp zengin olan bir ARKADAŞIN çocuğu, babasının zenginliğiyle onu pisliğe bulaşmıştı. Öyle kötü bir hayat yaşadı ki, babasının serveti de yetmez oldu. Ağlayarak bana gelmişti, “Ağabey, Oturup evladımın ölmesi için dua ediyorum” demişti.

Hangi konuda hırs gösterilirse gösterilsin, sonu felakettir. Balık denizde yaşar amma, denizi içmez. Gemi, denizde gider amma, suyu içine alırsa batar. Para da bizler için deniz gibi olmalı. Para sevgisi, Hirsi girerse batarız içimize.

Parasız hayat yaşanmaz. Fakat bıraktı Hirsi kontrol edilebilir. Insan her şeyden evvel, kendini idare etmeye memur edilmiş. Dünya ve ahiret saadetinin sırrı, insanın kendi kendini Müslüman’ca idare etmesinde düğümlenmiş.

Peygamber Efendimiz Hasır üzerinde uyurmuş. Abdullah b. Mesud bir gün O’na (sas) demiş ki, “Anam babam sana feda olsun Ya Resulallah! Sana yumuşak bir Došek edinsek?” Peygamber Efendimiz, “Benim, dünya ile olan misalim, halim, bir ağacın altında biraz gölgelendikten sonra onu bırakarak yoluna devam eden bir süvarinin misali, gibidir” buyurmuş.

Insan doymak bilmeyen bir mahlûktur. Ister ki bütün dünya onun olsun. Halbuki dünyayı ne yapacak? Yiyeceği birkaç lokma …

Alim bir zat, talebesine demiş ki, “Bu bahçeye Meyve Ağaçları dik.” Talebe de söyleneni hemen yapmış. Ağaçlar hızla büyümüş ve gelişmiş. Bol bol meyve vermiş. Bahçe sahibi, ağaçlara ve Dallara adeta hürmet eder olmuş. O alim şahıs, bir gün talebesini ziyarete gitmiş. Bakmış ki sürekli bahçeyle meşgul oluyor. Ağaçların dallarını kırarak yere atmış. Talebe dehşet içinde, “Aman hocam, bir hata mı yaptık?” diye sormuş. O da, “ben sana, Ağaçları bahçeye dik dedim, kalbine değil!” diye sitem etmiş.

Hırs, yani sınırsız büyümeler organlarımızdan bitkilere kadar her Seyde felakettir. Allah yağmurdaki felaketleri kaldırmış, yağmuru rahmet olarak yağdırıyor. Rüzgârdaki felaketleri kaldırmış, onu faydalı hale getirmiş.

Durmak da felaket, durmadan koşmak da … Çalışalım fakat İslami ÖLÇÜLER içinde çalışalım.

HEKİMOĞLU İSMAİL

Bayram;Esma-i Hüsnaya ayinelik yapmanın üstünlüğüne inanan,”İki günü eşit olan zarardadır “ âli fikrine ittiba ederek daima gayretli olanlarındır…

HAKİKİ, EBEDİ ve büyük BAYRAM;


Her şeyi Yaratıcısının emaneti gören;
O’nun izni dairesinde bir hayat felsefesi olan;
O’nun dışında her şeye tebeî olarak bakmayı, kalben terk etmeyi başarmış,
Sırat-ı müstakimde keyifle yaşamayı ilke edinmişlerindir.

BAYRAM Kur’an’nın, Sünnetin ve onların yorumları olan Nurlu Eserlerin onu
Kutsî Kaynaklara bağlayan ölçüleriyle hayatını şekillendirenlerin;
Sünnet-i Seniyye’yi, yaşayışının, değişmez ve mükemmel temel rehberi görenlerindir.

BAYRAM, “Hazırlanınız, başka, daimi bir memlekete gideceksiniz.
Öyle bir memleket ki, bu memleket ona nispeten bir zindan hükmündedir. ” fikri ile
“Programımız budur ki; Dünya bir misafirhanedir, İnsan ise onda az duracaktır; Ve vazifesi çok bir misafirdir. “ fikirlerini, hayatının temel prensipleri olarak gören, ahireti ve ona ait olanları en öne alan, paradigmalarının en üstüne Ahireti yerleştirebilenlerindir.

BAYRAM Dünyaya, kulluk için geldiğinin idraki içinde olanların;
İyiliği anlatmak, kötülüğü men etmekte vazifeli olduğunu hiç unutmayanlarındır.
Müminleri ve hatta bütün insanları, sahil-i selamete taşıyan bir faaliyette
bir hademe olduğunu kabul edip, bu vazifenin düsturlarına uyanlarındır.

BAYRAM, Aklının ona yüksek maksatlar ve bâki meyveler göstermesine karşılık,
elinin, ömrünün, iktidarının, sabrının kısa olduğunu çok iyi bilen bir ruh sahibi olarak; Bir Kadîr-i Zülcelâlin, bir Rahîm-i Zülcemâlin dergâhına,
Namaz ve niyazla müracaat edip;
başına gelecek, beline yüklenecek işleri, vazifeleri tahammül için
yardım isteyenlerin, halini arz etmesini bilenlerindir.

BAYRAM, Aşığın, maşukunu beklediği gibi,
Allah’ın huzuruna kabul edilmek olarak idrak ettiği namazı,
hasret ve heyecanla bekleyip vaktin evvelinde kılabilenlerindir.

BAYRAM, Rabbi dışında, âzam mahlûkata da ibadete tenezzül etmeyip;
Cennet gibi âzam menfaat olan bir şeyi dahi gaye-i ibadet görmeyenlerindir.

BAYRAM, Dünyayı ve ona ait bütün işleri, mülk alemine has Adetullah’a riayet ederek
değerlendiren, yapılan fiillerin değişik bir dua hali olduğunu düşünüp,
Duayı, bir sırr-ı ubudiyet olarak görebilenlerindir.

BAYRAM, Nokta-i istinad olarak, kuvvete bedel "hakkı" kabul eden;
Hayatta mücadeleyi değil, yardımlaşmayı düstur olarak alan,
bunları günlük hayatında ve bütün hadiselerde uygulayabilenlerindir.
BAYRAM, Düşmanı, nefsi emmaresi ile birlikte cehalet, zaruret ve ihtilaf olarak gören;
bunlara karşı sadece sanat, marifet, ittifak silahıyla mücadeleyi şiar edinenlerindir.

BAYRAM, bu asırda muhakkak cemaat olunmasının gerektiğine inanan;
ekip çalışmasının ruhuna uygun hareket eden ve bunu zaruri gören;
dava arkadaşlarıyla dostluk ve muhabbetin zedelenmemesi, bozulmaması için
her fedakârlığı göze alan, Onların kusurlarına gözünü yumabilen,
tükürüklerini misk’ü amber telakki edip bin haysiyeti olsa, onlar için fedaya hazır olan;
Mümin kardeşlerine asla adavet etmeyenlerin,
Hatta, onlar hasta olduğunda, şifa bulmaları için, onlar yerine hasta olmayı isteyip,
yatağa girebilecek ruh ve sevgiye sahip bulunanlarındır.

BAYRAM, ittifak, tesanüd, teavün, uhuvvet ve incizabı KARAKTERİ;
nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmayı
HEDEFİ haline getirebilenlerindir.

BAYRAM, Arkadaşlarını kendinden üstün görebilen, onların özellikleriyle iftihar eden,
onlarla çalışırken, tâbi olmayı tercih edip, imamlık şerefini onlara verebilenlerindir.

BAYRAM, İttihadın, cehl ile olmadığını bilen,
İman ve İslam’ı, Kâbe hürmetinde, Cebel-i Uhud azametinde kabul ederek
Hayatının bütün değer ölçülerini buna göre belirleyebilenlerindir.

BAYRAM, Hayatı, yaşamayı; İman ve İslam’la sanata dönüştürebilen;
Dünya hayatıyla ilgili kaybettiğine üzülmeyen, kazandığına sevinmeyen;
gücü dahilinde olan şeylerde acze; gücünü aşanlarda cezaa sarılmayan;
kendi bulunduğu boyutun gereklerini yapıp,
sonuçlara şükrederek hakiki tevekkül sahibi olabilen,
kanaatkâr olup yaratıcısına itimat edenlerindir.

BAYRAM, Rabb-i Rahimin marzisine, Kitabına, gönderdiği Yaver-i Ekrem’ine (ASM. )
Tereddütsüz ve zevkle ittiba eden;
Her şeye mânâ-yı harfiyle, O’nun hesabına bakarak,
bu şekildeki bir tefekkürle hayatı zevkli hale dönüştürebilenlerindir. ;

BAYRAM, Hastalık ve belaları, ; O’ndan gelen,
sevap kazandıran, olgunlaştıran, idrakini artıran ikazlar gibi görebilen;
sadece Hz. Eyyüb gibi, kulluğuna, zikrine mani olacak seviyeye gelince ;
ve sadece O’na şikayet edebilenlerindir. ;

BAYRAM, Mevti, vazife paydosu, terhis oluş,
ücret almaya gidiş, melekût alemine geçiş,
dostlara kavuşma, Şeb’i Arûs görebilen.
Bismillah’la o aleme girip, rahatla kabirde yatabilen;
Sûr-u İsrafil’le, Allâhü Ekber diyerek kalkabilecek olanlarındır.

BAYRAM, Esma-i Hüsnaya ayinelik yapmanın üstünlüğüne inanan,
”İki günü eşit olan zarardadır “ âli fikrine ittiba ederek daima gayretli olanlarındır.

BAYRAM, bütün bunlarla;
* insanlığın iki cihanda da mesut olması için,
* farklılığa saygılı olan;
* durumun gerektirdiği medenî usul ve iletişim imkanlarını kullanan;
* ortak olan maddî ve manevî değerleri, doğru bir İslâmî anlayışla yorumlayarak;
* nefsin hevesatına ve tecavüzâtına sed çekip,
* ruhu ulvi şeylere teşvik ve ulvi hissiyatını tatmin ederek;
* kendini ve diğer insanları, kemâlâta sevk eden,
*onları üstün insanlar haline getirmeyi,
*BU ALEMDE DE mükemmel bir medeniyet ortaya çıkarmayı,
yaratılış gayesi olarak gören;
ona ulaşmaya azimle çalışan; gözü yaşlı Müminlerin, Nurun halis talebelerinindir…. .

Netice olarak BAYRAM ;
• Allah’tan korkmaktır;
• Günahları terk etmektir;
• Sünnet-i Seniyyeye ittibadır,
• Takva ile bezenmektir;
• Yakîn hasıl etmektir;
• Sıratı geçmektir;
• Amel defterini sağdan alabilmektir;
• Mahkemi-i kübrada berat senedini elde etmektir;
• Vatan-ı aslimiz olan cennete ebedi kalmak üzere kavuşmaktır;
• Rahmanı temaşadır;
• Ebedi alemlerde de bayram yapabilmektir;
• Saadet-i Dareyne mazhariyettir.

Allah, hepimize,
Evlad-ı iyalimizle,
akraba-i taallukatımızla,
bütün kardeşlerimizle,
bütün iyi insanlarla beraber,
İnşallah, bu keyfiyette bayramlar nasip etsin.

Halil Köprücüoğlu http://www.karakalem.net/?article=2321

 

Bütün ruh u canımızla mübarek Ramazanınızı tebrik ederiz.
Ramazan Bayramının tüm âlem-i İslam için hayırlara vesile olmasını,Ve bu mübarek şehirde ettiğiniz duaların, Cenab-ı Hak yanında makbul olmasını Erhamürrâhimînden niyâz ederiz.Baki selam ve dua ile Gönül dostlarım

Sakin su suskunluğunu bozdu ürkütücü hürmetsizliğe; çağladı, çarptı, suratlara vurdu çaresiz acizliği; ne tır dinledi, ne yüksek binalar, ne imaj, ne marka…Ölüm akıttı dere yatağında, gaflet uykusunda yatanları uyandırmak için…

SU, SEL soludu, sahurda savurdu attı önüne geleni… Sakin su suskunluğunu bozdu ürkütücü hürmetsizliğe; çağladı, çarptı, suratlara vurdu çaresiz acizliği; ne tır dinledi, ne yüksek binalar, ne imaj, ne marka… Ölüm akıttı dere yatağında, gaflet uykusunda yatanları uyandırmak için…

Ey şehir sahura kalk, külli şükür işle… Azam ubudiyet yap, azam rububiyyete karşı… Kur’an inen aya hürmet et; dilinle, kalbinle, midenle, gözünle, kulağınla, ayağınla, elinle, bütün latifelerinle oruç tut, şükret zikret fikret… Şirk derelerine düşme, isyankâr hürmetsizliğe hiç düşme, boğulursun…

Şükürsüz şirk yatağı olan her yer risk alanı; ister dere yatağı olsun, ister yüksek binalar, ya da yüksek dağlar… Hiçbir yer Kadir-i Külli Şeyin kudret alanı dışında değil, bir damla gaflette boğulma, tefekkür atına bin ki; deryalar üstünde, yıldızlar sathında korku ve hüzün görmeden yürüyebilesin… Küçük bir şehrin, küçük bir caddesindeki küçük bir su birikintisi ne ki?

Küçük Enes cevap veriyor bu soruya… Selin sembolü olan belediye otobüsün üstünde kurtulan ailenin çocuğu Enes… Başka bir minibüsün şöfürü bu aileye yardım etmek isterken Enes diyor ki ağzıma su kaçacak orucum bozulur… Bu kalbi, bu samimi, bu enis ubudiyet karşısında kendini sanki baharda toprakta yürürkenki rahatlığı ve sekineyi hissediyor şoför ve herkesin gözü önünde aileyi korkmadan kurtarıyor… Bütün dünya ajansları bu kareleri geçiyor…

Nuh’un (a.s.) gemisi neresi diye soran varsa Enes’in bindiği otobüs, Enes’lerin yürüdüğü sokaklar, caddeler, kıtalar… Onların bastığı yerler sağlamdır, korkuya endişeye mahal yok…

Enes’in ubudiyet tavrı dünyanın kalbine, kalbimizin dünyasına oturduğunda imansızlıkta boğulmaktan kurtulmuşuzdur; o iman ki iki dünyanın saadet anahtarı, o iman ki kulu Rable bağlayan bağ…

Zahir tedbirler elbette alınacak dere yatağına bina inşa edilmeyecek, fay hattına ev yapılmayacak, asıl olansa nimet veren bilinecek, hayat nimet verenin istikametinde şükürle yaşanacak, ubudiyetle bakılacak derelere tepelere, suya, susuzluğa…

Geçen yıl bu sıralar barajlarda şu kadar su kaldı haberleriyle hem haldik, bu yılsa şehirler baraj gibi su dolu… Susuzluktan ibret dersi devşirmedik ki Âlemlerin Rabbi bu yıl su ile sınıyor bizi… Yarın, gelecek yıl ne olur bilemeyiz; bilmemiz gereken Enes’in verdiği dersi unutmamak; keder dalgalar ne kadar büyük olsa da Nuh’(un a.s.) gemisi sakindir, sekine doludur, içindekiler emindir, korku ve hüzün yoktur yüzlerinde yüreklerinde…

Öncelikli tavır ubudiyettir; “ağzıma su kaçacak, orucum bozulur” diyebilmektir samimiyet ve ihlâsla, gerisini Kadir- i Külli Şey, Rahman ü Rahim bilir… Ubudiyetini yap, Rububiyyete karışma, sen kulsun…

Ya Rabbi, Ramazan hürmetine, Kur’an hürmetine, Kadir gecesi hürmetine, Âlemlere Rahmet Peygamberin Muhammed Mustafa ( A.S.M ) hürmetine geçmişte yaptığımız hatalarımızı bağışla, bize çocuk masumiyeti ver, ne zaman ki keder dalgası yüzümüze vursa yüreğimizden ubudiyet tavrı ile mukabele etmeyi nasip eyle, imanımıza kavilik, rububiyyetine itimat ver, şükür denizlerinde tefekkür ve tezekkürle yüzdür bizi, ta ki sahil-i selamete çıkalım…

Her şeyde, her bir şeyde sana yakınlaştıracak pencereler aç; bir damla suda, bir nefes havada, içine kâinat sığdırdığın zerrelerde, bir nefha kâinatta, bir nebze kederde, bir büyük sevinçte… Bize Rahmet nazarınla muamele eyle, Celalinden sana sığınıyoruz Ya Rabbi…

Ey şehir, ey şehirler güvenli yer istiyorsanız şehri ramazan’da Enes’in bindiği otobüs sizi bekliyor, Nuh’un gemisi uzaklarda değil, o size siz kadar yakın; yüreğinizin ağzından dökülen ubudiyet kelimelerde… Siz oruç tutarsanız, oruç da sizi tutar; keder deresinden çekip emin yerlere taşır sizi…

İmanın sağ olsun Enes ve var olun ve var kalın Enesler, yoksa bu şehirler nasıl ayakta kalır.

Hüseyin EREN
http://www.karakalem.net/?article=3785

Hala bitmeyen isteklerimiz var…Hala tükenmeyen arzularımız var…Ama bir gün kulağımıza gelecek bir ses:“Ahirete bir yolcu var!”

Bağ Bozumu

 

Üstüdar Fıstıkağacında bir sokak…

Adı: Bestekür Behlül sokağı…

Yıllarca yaşadım bu sokakta…Ta 1979’dan 1990’na kadar…

Güzel günlerdi… Her yer cıvıl cıvıldı…

Özellikle  ilkyaz ve sonbahar ayları muhteşem güzelliklere sahne olurdu …

Karşımda annemlerin evi…

Penceresinden Marmara Denizinin efsunlu suları….  Ayasofya’nın sisli minareleri…   

Akşamları İstanbul’u karanlığın kollarına terk eden güneş… Bu ayrılık acısıyla ağlamaktan kızaran gözleriyle derin bir uykuya dalan gurup. Minareler arasından nazlı bir edayla süzülen hilal… Uzaklardan bu güzel tabloyu selamlayan tek tük yıldızlar….

Sokağın sonuna kadar salkım söğütler, iğde ağaçları … Tepelerinde yüzlerce minik serçelerin sesleri…

Özellikle ikindi sonraları…

Babalar işlerinden döner… Çocuklar okullarından…

Sokağın başındaki bakkal amcadan sakız ve çikolata almak için koşuşan çocuklar… Çocukların sevgilisi hoşgörülü ve sevimli “Kemal’in babası” olarak tanıdıkları bakkal amcaları…

Sabahları kapı kapı süt dağıtan sütçü dede…

Ev sahibim,yan komşum, annemlerin alt katlarındaki teyze,  kocası, karşı komşusu…. Ev sahibimin kız kardeşiyle kocası….

Sokakta her gün gördüğüm yakından tanıdığım simalar…

Özellikle eylül günleri çocuklar sokağın ayrı bir çeşnisi…

Okula yeni başlayanlar… Annelerinin  ellerinden tutarak ürkek ürkek yürüyenler… Servis aracını telaşlı yüzlerle bekleyenler… Anneanne,  babaanne bazen de dedeyle okul yollarını tutanlar… Sırtlarında çantaları ellerinde beslenmeleriyle koşuşanlar…

Tekrar akşam üzeri neşeyle evlerine dönüşler…

Bu sokakta her an mutluluk meltemi eserdi.  Burası benim için mutluluk beldesiydi. Güzel günlerdi vesselam.

Ama soğuk bir kış günü sokağımıza bir samyeli esti.

Penceremden sokağı seyrediyorum. O da ne!

Annemlerin evinin önünde telaşlı bir kalabalık. Kalabalık giderek artıyor. Evin önüne yaklaşan bir araba ve içeriden çıkarılan bir cenaze!

Annemlerin alt kat komşusuydu bu…     

Sokakta ilk defa çok yakından tanıdığım birisi hayata veda ediyordu…

Derken üç-beş ay sonra aynı hanımın beyi bu ayrılığa dayanamamış olacak ki o da sokağa veda etmişti.

Bağ bozumu, yaprak dökümü başlamıştı bir kere. 

Bir yıl geçti geçmedi, o hanımın alt katındaki teyze de sokağımıza veda etti.

šimdi de çocukların sevimli bakkal amcası tası tarağı toplayıp gitti. 

Bir sabah sütçü amca ”Sütçü” diye seslenmedi. Kapıların zilini çalıp süt ister misiniz diye sormadı. Meğer o da sokağımıza veda etmişti.

Ezanın sesiyle arabasını sokağa terk edip camiye koşuşu hala gözlerimin önünde…

Sıra ev sahibim Rezzan hanıma geldi. Evet, o da gitti.

Sonra yan komşum Sülfiye Hanıma, o da gitti.

Ve annem…

Ardından ev sahibimin kız kardeşinin beyi. O da gitti.

Annemin karşı ve alt kat komşusunun beyi. O da gitti.

Meral ablamızın kızı Esra o da bir ilkyaz günü hayatının ilk yazına veda etti.

Gazel düşmüştü bahçemize…Sokağımızın tadı kaçmıştı anlayacağınız.

Bağ bozumu başlamıştı bir kez…   šair sanki bizim için   ”bağımıza düştü  gazel” diyordu…

Bağımıza gazel düşmüştü…

Sokak boşalmaya yüz tutmuştu…

Ben de taşınmıştım sokaktan.

Ama zaman zaman yolum uğrar bu sokağa. Kopamam o hatıralardan…

Sokağın başında durur düşünürüm. Hayalen o güzel günlere giderim. Annemi eski evlerinin salon penceresinde hayal ederim… Ama elimden bir şey gelmez… Ne annemi geri getirebilirim. Ne de o sokaktan gidenleri… Hayallerimle bir müddet öylece kalakalırım. Hüzünlenir, öbek öbek  hatıra harmanlarının arasında oradan oraya savrulur dururum…

Sorarım kendi kendime:

“Bir zamanlar bu sokak ne şen ne şakraktı, ne insanlarla doluydu.?”

Onlar da bir zamanlar bizim gibi canlıydılar. Gülüyor, konuşuyor, yiyor, içiyor, uyuyor ve eğleniyorlardı.

Peki ne oldu onlara?

Nereye  gittiler?

Kaç tanesi bu dünyada rahat etti?

Kaç tanesinin istek ve arzuları yerine geldi?

Kim bilir bu sokakta kaç akşam sıkıntıyla sabahladılar?

Kaç akşam sonuçsuz istek ve arzuların pençesinde kıvran-dılar?

Ne hayaller uğruna tatlı dünyalarına zehir kattılar.

Emel ve arzuları bu dünyaya sığmadı.

Peki insan dünyaya sığdıramadığı istek ve arzuların peşinde niye koşuyor?

Bu tabloyu görüp istek ve arzularımızdan vazgeçiyor muyuz?..  

Neden acaba neden?

Neden dünyayı daimi, kendimizi de ölümsüz sanıyoruz?

Zaten onlar da öyle  sanmadılar mı?

Onların kaç tanesi gün gelip her şeyi burada bırakıp oraya gideceklerini hayal etti ki?

Ne zaman annemin evine varsam düşünürüm. Tatile giderken bize hep tembih ederdi:

“Sakın güneşlikleri açmayın. Onları sıkı sıkı kapayın. Koltuklar ve halı solmasın” 

Ama şimdi perdeler de açık, koltuklar da halılar da solmuş, sararmış…

O sokaktan geçenlerin hepsi de  aynı şeyi yapmadılar mı?

Onlar öyle yaptı ve gitti… Peki biz ne yapıyoruz?

Dünya bize, “Allahaısmarladık”  demeden, biz ona “Eyvallah” deyip sırtımızı dönebiliyor muyuz?  

“Biz  gidiyoruz, aldanmakta fayda yok. Gözümüzü kapa-makla bizi burada durdurmazlar; sevkıyat var.”  “sözlerine kulak asıyor muyuz?

Nerede?…

Hala bitmeyen isteklerimiz var…

Hala tükenmeyen arzularımız var…

Ama bir gün  kulağımıza gelecek bir ses:

“Ahirete bir yolcu var!”

 Gülay Atasoy