Leyle-i Beratınızı ruh-u canımızla tebrik ederiz…

Bir müjde habercisi: Leyle-i Berat …
Bir mübârek gecenin daha şefkatli kucağına düştü gönlümüz.
Günahkârız. Kulluk yapamadık; berata muhtâcız. Berat alamadığımız takdirde hesabımız Mahkeme-i Kübrâ’ya kalırsa, ne vahim! Ne olur hâlimiz? Ya burada, bugün, bu an, sevimli af ve berat; ya orada, o gün, şiddetli hesap ve adâlet! Tercih bizim; takdir Erhamü’r-Râhimîn’in.
Müjdeyse büyük! Resûlullah Efendimiz (asm) buyurur ki: “Şaban ayının on beşinci gecesi geldiğinde geceyi namazla, gündüzü de oruçla ikâme edin. O gece güneş battıktan sonra Yüce Allah rahmetiyle dünya semâsına iner ve şöyle seslenir: ‘Tevbe eden yok mu? Af ve mağfiret edeyim! Rızık isteyen yok mu? Rızıklandırayım! Musîbetten kurtulmak isteyen yok mu? Selâmet ve âfiyet vereyim!’ Bu durum fecrin doğmasına kadar devam eder.”1
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz (asm) Şaban ayının on üçüncü gecesinde mübârek başını secdeye koydu. Ümmeti için af ve mağfiret istiyordu; kendisine ümmetinin üçte birinin bağışlandığı müjdelendi. Resûl-i Ekrem (asm), on dördüncü gece tekrar secdedeydi. Yine ümmetinin bağışlanmasını istiyordu; ümmetinin üçte ikisinin mağfiret edildiği müjdelendi. Ve on beşinci gece yeniden o mübârek baş Allah’ın huzurunda eğildi, secdeye kapandı. Allah Resûlü (asm) ümmetinin tamamını istiyordu bu defa. Bu gece, Allah’tan yüz çevirenler dışında, ümmetinin tamamı bağışlandı. Bir başka haberle bu gece, Benî Kelb kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca ümmetine mağfiret olundu.2
Duhan Sûresinin ilk altı âyetinin bu geceden bahsettiği rivâyet edilir. Bu âyetlerde Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Hâ Mîm. Apaçık Kitaba yemin olsun ki, Biz O’nu Mübârek bir gecede indirdik. Muhakkak Biz onunla insanları sakındırırız. O mübârek gecede her hikmetli iş katımızdan bir emirle ayırt edilir, hüküm verilir. Muhakkak Biz, Rabb’inden bir rahmet eseri olarak peygamberler göndeririz. Şüphesiz ki O, her şeyi hakkıyla işitir, her şeyi hakkıyla bilir.”3
Kulların bir senelik erzakının, ecellerinin ve sair bütün işlerinin bu gecede hüküm verildiği, taksim ve takdir edildiği ve bu hükmün meleklerce yazılımına bu geceden başlanarak Kadir Gecesine kadar devam ettiği ve bitirildiği rivâyet olunur.4
Bu gecenin Kadir Gecesi kudsiyetinde bulunduğunu beyan eden Üstad Bedîüzzaman Hazretleri (ra), Leyle-i Berât’ın, insanlığın geleceği ile ilgili kader programını taşıması cihetiyle, bütün sene için bir kudsî çekirdek hükmünde olduğunu, Leyle-i Kadirde otuz bin olan her “bir hasene”nin, her bir salih amelin ve her bir Kur’ân harfinin Leyle-i Berat’ta yirmi bin sevabının bulunduğunu, bu gecenin elli senelik bir ibâdet hükmüne geçebileceğini, binâenaleyh bu gecede elden geldiği kadar Kur’ân ile, istiğfâr ile ve salâvât ile meşgul olmanın büyük bir kâr olduğunu kaydeder.5 Ayrıca bir mektubunda ehl-i îmân ve ehl-i hizmetin her bir gecesinin, Leyle-i Mi’rac, Leyle-i Berat ve Leyle-i Kadir kadar kıymettar olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz eder.6
Bu gece itibâriyle Arş-ı A’lâ’da bizim hakkımızda hükümler alındığı ve emirler verildiği; hakkımızdaki bu hükümlerin ve işlerin yazılmasına bu gece başlandığı ve bu mânevî yazı işinin bir ay devam edeceği anlaşılmaktadır. Hakkımızda dünyâ-âhiret hükümlerin yazıldığı, emirlerin verildiği ve kader çerçevemizin yeniden biçimlendirildiği bu saat ve dakikalarda uyanık bulunmamız ve Cenâb-ı Hakk’a duâ ve niyâzda bulunarak, hakkımızda hayırlısını istememiz ne kadar isâbetli bir ubûdiyet hâlidir! Ne kadar sevimli bir kulluk tavrıdır! Ne kadar hoş bir duâ şeklidir!
Bu geceden başlayarak Kadir Gecesine kadar sürecek olan ve bizimle birebir ilgili bulunan bu yüksek değerli zaman diliminin her bir saatini duâ ve niyaz hâliyle idrâk etmemizin ve her fırsatta Rabb-i Rahîm’imizden hakkımızda hayırlısını istememizin, hiç ihmâle gelir tarafı yoktur. Mübârek Ramazan ayının da bereketiyle, bizim bir adımımız karşısında, İnşaallah, Cenâb-ı Hakk’ın–tâbir caizse—koşarak bizi karşıladığına şâhit olacağız. Duâ ve niyâz içinde, ebedî mutluluğumuz hesabına, Rabb-i Rahîm’imizden sayısız hayır ve hasenât isteyebilme imkânı elde edeceğiz. Allah’ın izniyle Allah’ın rızâsını, sâdece rızâsını talep edeceğiz. Âlem-i İslâm’ın ve Müslüman’ların üzerinden kara bulutların kaldırılması için duâlarımız İnşaallah arşa yükselecek. Dünyâ ve deccâl fitnesinden, şeytan ve nefis şerrinden, Cehennem azabından Allah’a sığınacağız. Ve Rahmânü’r-Rahîm’den, sayısız duâlarla—inşaallah—Cennet’i ve bekâyı isteyeceğiz.
Netice olarak, bir mânevî ticâret mevsiminin gölgesinin üzerimize düştüğü şu günlerde, sebepleri, vesileleri ve aracıları bir yana bırakarak doğrudan Rabb’imize yönelmemiz, günah kirlerinden kurtulmak ve annemizden doğduğumuz gün gibi arınmak için, ne büyük bir adım olacaktır; bir bilsek!…
Berât Gecesi ile birlikte, gelmekte olan mübârek günler hürmetine Cenâb-ı Hak ehl-i îmânı her türlü maddî-mânevî, dünyevî-uhrevî âfet ve musîbetlerden muhâfaza buyursun. Âmin.
Leyle-i Berât’ınızı tebrik ederim.
Dipnotlar:
1- İbn-i Mâce, İ. Salah, 191;
2- M. H. Yazır, H. Dini K. Dili, S. 4294;
3- Duhân Sûresi:1-6;
4- M. H. Yazır, a.g.e., S. 4295;
5- Şuâlar, S. 433;
6- K. Lahikası, S. 58

Süleyman Kösmene

Elli senelik bir manevî ibadet ömrünü ehl-i imana kazandırabilen Leyle-i Beratınızı ruh-u canımızla tebrik ederiz. Herbiriniz, şirket-i maneviye sırrıyla ve tesanüd-ü manevî feyziyle kırk bin lisanla tesbih eden bazı melekler gibi; herbir hâlis, muhlis Nur şakirdlerini kırkbin dil ile istiğfar ve ibadet etmiş gibi rahmet-i İlahiyeden kanaat-ı tâmme ile ümid ediyoruz.
Bediüzzaman Said Nursî

Bir Nefes Dua…

 
“Ne zaman gökyüzüne bir nefes,
bir duâ gönderdin de
ardınca ona benzer bir iyilik gelmedi?”
Mevlânâ Hz.

Tebrikler size, ey ehl-i namaz!..

Tebrikler size, ey ehl-i namaz!.. Namazda dâim olmayı, huşû ile kılmayı, ilk vaktinde edâ etmeyi, kazaya bırakmamayı başarıyorsunuz mübârek olsun! 

Abdülkadir Geylânî Hazretleri’nin çilesinin son deminde gâipten bir ses gelir:

“–Kulum, artık senden namaz emrini kaldırıyorum.”

Geylânî Hazretleri aldanmaz, kovar pis şeytanı!.. Dikkat buyurun “artık namaz kılma” diyor; Âdemoğlunun daha derin zaafı olmasına rağmen “İçki iç, zina et!..” demiyor, “Namaz kılma” diyor. 

Mefhum-ı muhâlifinden yola çıkarsak, demek ki, namaz çok önemli bir kale bizim için. Onu şeytan ele geçirse, pek çok günaha kapı açılacak yahut namaz öyle kıymetli ki, onu bizden alsa, her şeye bedel, her şeye değer!..

 

Tebrikler, “Kör şeytan, git başımdan!..” dediniz ve namaz kılmaya karar verdiniz! Her gün, her vakit bu savaşı yaptınız. Bazen sabahlara, bazen yatsılara hücum etti, şeytan; bazen öğle ve ikindi namazlarına, bazen akşamlara… Tebrikler! Her seferinde üstesinden gelmeyi başardınız.

Tebrikler! Namazları kazaya bırakmaktan kurtuldunuz. Tek tük derken epey fire veriyordunuz namazlardan… Şeytan, her seferinde sizi aldatmayı başarıyordu. Sabahları kalkmamak âdet oluyordu nerdeyse… Nicedir mahrumdunuz kuş sesleri eşliğinde güneşin doğuşunu beklemekten… Özlemiştiniz iyiden iyiye, sabah namazını hiç kaçırmamayı… Öğle ve ikindiler iyice karmaşıktı; okul, iş, misafir derken bir bakıyordunuz namaz vakti çıkmış! Akşamlar yemek, yolculuk, TV derken gelip geçiyordu. Yatsılar uykulara kapılmakla… Hayat gâilesi, “gâile”liğini ortaya koyuyor muydu yoksa, şeytan, güzelim hayatınızın başına çorap mı örüyordu? Biliyordunuz doğrusunu. Sonunda “Yeter!..” dediniz.

 

Tebrikler, gevşeyen her şeyi, büze büze toparladınız. Olması gerekenleri…

Tebrikler, gafleti ve tembelliği yendiniz!..

Tebrikler, başardınız ezân okununca namazınızı hemen kılmayı!.. Nasıl derd ediyordunuz bunu… Şu, bu derken saate baktığınızda namaz vaktinin son yarım saatinin kaldığını yahut ilk bir saatinin geçiverdiğini görmekten nefret ediyordunuz. Hele arkadaşlarla sohbet ederken, hele bilgisayar başındayken bunun olması, rûhunuzu öfkeden deli ediyordu. Çok kızıyordunuz kendinize, çok!.. Nihayet yönetime el koydunuz. Atınızın alnının ortasına kurulmuş olan şeytanı bir kırbaç darbesiyle attınız oradan ve yola düştünüz. 

Tebrikler! Zaman disiplini oluşturmayı başardınız.

Tebrikler! Nihayet seheri, teheccüd vaktini ihyâ etmeyi problem olmaktan çıkardınız, lezzete dönüştürdünüz. Akşam erken yatınca oluyormuş. Peygamberimiz’in bu çok mühim sünnetini îfâ etmenin huzuru ve tadıyla, arada kaçırsanız da mes’utsunuz, tebrikler!

Namaz, yarama ilâç, yanık yerime merhem,

Onsuz bütün dünya benim olsa istemem.

(Necip Fazıl Kısakürek)

 

Tebrikler, anladınız bunu.

Tebrikler! Ciddiye aldınız namazı. Ömrünüz tükenip giderken namaza dört elle sarıldınız, tebrikler… Örnek oldunuz namaz hassasiyetinizle… Pek çok insanın namazına vesîle oldunuz, sessiz ve derinden akışınızla… Mübârek olsun. Allah Teâlâ dünyada, kabirde de ayırmasın namaz neşesinden.

Tebrikler! Saâdet-i dâreyn diliyoruz size…

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Onlar, Rablerinin rızasını dileyerek sabrederler, namazı kılarlar; kendilerine verdiğimiz rızıktan, gizlice ve açıkça sarf ederler; iyilik yaparak kötülüğü ortadan kaldırırlar; işte onlara bu dünyanın güzel âkıbeti, girecekleri Adn cennetleri vardır; babalarının, eşlerinin, çocuklarının iyi olanları da oraya girerler. Melekler, her kapıdan yanlarına girip:

 

سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ ۚ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ

 

«Sabretmenize karşılık size selâm olsun; burası dünyanın ne güzel bir neticesidir!» derler..” (er-Ra’d, 22-24)

 

Sabır, üç yerdedir, diyor erenler…

 

İlki bildiğimiz sabır; belâ ve musibet ânında kendimizi Allâh’a isyandan korumak. Rızâ-yı ilâhîyi kazanmak niyetiyle susmak.

 

İkincisi, günahlara karşı sabır. Allâh’a karşı gelmek korkusuyla mübah olana bile temkinli yaklaşmak!..

Sabır gösterilecek üçüncü yer, iyiliklerin devamı hususunda… Nefs-i mülhemenin hâllerindendir ki, “Az da olsa devamlı olan” diye hadîs-i şerîfle tavsiye edilen denge hâli… Sürekli elimizdeki üç-beşi tırtıklayıp duran şeytan ve avenesine sabırdan bir set çekmek dirâyeti… Dirâyet, sabrın direği…

“Dâne toprak içre şiddet çektiğiyçün nîce gün

Baş çekip harmanlanır ârâyiş-i bûstân olur” 

(Fuzûlî)

 

Tebrikler! Nicedir yüreğinizde bir tohum gibi sakladığınız sâlih ameller, neşv ü nemâ buldu hayatınızda… Çiçek açtı, içinizde ne kadar ağaç varsa, bu bahar…

 

Tebrikler! Teheccüde kaldırmak için çalan saatin alarmını her seferinde erteleyerek ancak sabah namazında kalkabiliyordunuz. Her seferinde kınıyordunuz kendinizi… Lâkin, birden bir ışık belirdi zihninizde bir gün. Madem nefsiniz geri adım atmıyordu, siz ileri gitmeyi denemeliydiniz. Sabah namazı sonrası işrak beklemeye bayılırdınız. Günün ilk ışıklarını yüreğinize salmakla beslenirdi rûhunuz… Bu bekleyişe, geceki ertelemeleri eklediniz. Âdeta kazâsını yapmaya başladınız. 

Kırk dakikalık kerahat vakti bitip de işrak namazını kılınca, Kur’ân-ı Kerîm okuyor yahut tesbih çekiyordunuz. Geçmiş derslerin kazaları… “Geceki her erteleme için bir sayfa daha Kur’an okuyayım.” diyordunuz yahut “Bir devir daha tesbih çekeyim.” diyerek uykuyu erteliyordunuz durmadan… Nefsiniz neye uğradığını şaşırdı, bu mukavemeti beklemiyordu sizden… Tebrikler! Artık alarmın ilk çalışında fırlıyorsunuz yerinizden… Nefsi adam etmenin yollarından birini keşfettiniz, tebrikler…

Günâha yaklaştığını düşünen Müslüman, daha bir teyakkuzda olur. Günahtan uzak olduğunu, emniyette olduğunu düşünen ise, çok çabuk aldanır. Bu emniyet hissi, şeytan için kağıttan bir perdedir âdeta. Bir tırnak darbesiyle yırtıp açar onu.. Belki bu yüzden kabz hâlini, bast hâlinden üstün tutmuş bazı âlimler…

Bast hâlinde, o bahçe sahibi gibi, “Bunun mahvolacağını sanmam.” der de ertesi sabah bahçesini yanmış bir hâlde bulur. (Bkz: Kehf, 32-42)

Kabz hâlinde ise, Firavun’un sihirbazları gibi duâya durur:

“-Ayaklarımızı sâbit kıl, üzerimize sabır yağdır.”

Firavunlaşan nefse:

 

“-Senin sözün bu dünyada geçer!..” der.

 

Böyle ümitsizlik ve karamsarlıktan sersemlemişken, böyle tir tir titreyen ellerle bir şeyleri kırıp dökerim diye cam bardakları, kristal bardakları taşımaya kalkmaz, sıcak çorbalara kaşık sallamaz. Üstelik içindeki muhabbet eksikliği için Allah’tan af diler;

 

“–Sen, yâ Rabbe’l-Âlemîn, böylesi bir kulluğu hak etmiyorsun, sen ne güzel kulluklar görmüşsün, ben Sana lâyık kullukta bulunamıyorum, beni bağışla!..” diye yalvarır kara gecelerde, ıslak seccadelerde…

 

Tebrikler! Kabz hâlinden sağ sâlim çıktınız sahil-i selâmete… Yûnus Peygamber gibi sarıldınız bir kabak yaprağına… Hasta bünyeniz iyileşti, tazelendi. Nasıl da mahvetmiş sizi, balığın midesindeki sular, o hava… Tebrikler!.. Yûnus -aleyhisselam-’ın duâsını hatırladınız da çıktınız o karanlıktan.

 

لا إِلَٰهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

  “Sen’den başka ilâh yok, Sen sübhânsın, eksiksiz, kusursuz; ben (ise), zâlimlerden oldum.”     (el-Enbiyâ, 87)

 

“Bayramım imdi, bayramım imdi

Bayram ederler, yâr ile şimdi

Hamd ü senâlar hamd ü senâlar

Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm” 

(Hacı Bayrâm-ı Velî -k.s.-) 

 

Tebrikler! Âyet-i kerime ile kınanan güruhtan olmadınız. Karaya çıkınca, gerisin geri gitmediniz, bast hâlinde de hamd ile şükr ile rağbet ettiniz Rabbinize… Emniyet hissine kapılmamak için mâtemlerin civarından ayrılmadınız. “İnfak kuşu”nu koydunuz gönül kafesine; size hatırlatıp durdu: “ihtiyaç fazlasını, ihtiyaç fazlasını…” (el-Bakara, 219) diye…

Tebrikler kardeşlerim!.. Kardeşleri olmaktan dolayı mesrur olduğum güzel insanlar, eşref-i mahlûkât olma yoluna baş koydunuz. Mesâfe almaya da başladınız. Artık o yolda ölseniz de umulur ki, Cenâb-ı Hak, tamamlamış gibi muâmele eder. Şimdi tek bir hedefimiz var, değil mi?

“Ancak müslüman olarak ölmek” için bulunduğumuz noktada sabır göstermek… Yine duâ, hep duâ.

 

رَبَّنَا لاتُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً ۚ إِنَّكَ أَنْتَ الْوَهَّابُ

 

 “Ey Rabbimiz, bize hidâyet verdikten sonra kalplerimizi saptırma ve katından bize bir rahmet bağışla!.. Şüphesiz bağışı bol olan (Vehhab) Sen’sin..” (Âl-i İmrân.8)

Ayşenur Vural