Ruhun hissetmediği güzellik tam güzel olmadığı gibi ruhuna varılmayan güzellikte tam güzellik değildir. Manasız lafız ne kadar abesse, manayı anlamayıp lafza meftun olmak da o kadar abes…

 Güzelliğin ruhu

Güzelliğin ne güzel çeşitleri, ne revnaktar renkleri, ne değişik şekilleri, ne başka halleri var. Farklı kabiliyetler, farklı cihazatlar, farklı algılarla bakılsa da güzellik hiç değişmiyor; güzel hep güzel.

Gözün gördüğü, gönlün hissettiği, aklın algıladığı, kulağın duyduğu, dilin tattığı, duygunun duyduğu güzellikler farklı fakat güzel; sabit ve daimi; değişken olan onun tazelenen halleri ve renkleri, bedende sabit olan ruh gibi.

Dış âlemde gördüğümüz güzelliklerin de bir ruhu var, o ruhu bulmadıkça da hakiki güzelliği bulmak mümkün değil.

“Nasıl ceset ruha dayanır, ayakta durur, hayatlanır ve lafız manaya bakar, ona göre nurlanır ve suret hakikate istinat eder, ondan kıymet alır. Aynen öyle de, bu maddi ve cismani olan âlem-i şehadet dahi bir cesettir, bir lafızdır, bir surettir; âlem-i gaybın perdesi arkasındaki esma-i ilahiyeye dayanır, hayatlanır, istinat eder, can alır, ona bakar, güzelleşir.” (Dördüncü Şua)

Güzele ne güzel, ne derin bir bakış; kâinatın ruhu ile kendi ruhunu buluşturmak ve aynı güzelliğe bakmak; esma-i ilahiyenin tecellilerine müşahede, cilvelerine şahitlik etme. Aynanın değişmesi sabit olanı değiştirmediği gibi güzeli daha şaşalı, daha revnaktar, daha geniş gösterir. Onun için olsa gerek hadsiz güzelliği fark etmek için insan hudutsuz kabiliyetle donatılmış.

Gözle kulak birbirinden ne kadar farklı olsa da birinin güzel dediğini diğeri itiraz etmiyor, keza akıl, dil, duygular da öyle.

“Kalb, ruh vesair zahiri ve batıni duyguların istihsan ettikleri ve güzel hissettikleri güzellikler, onların ihtilafı gibi muhteliftir. Cemil-i Zülcelâl’ın nihayet derecede güzel olan esma-i hünsasının güzellikleri dahi ayrı ayrı olduğundan, mevcudatta bulunan hüsünler ayrı ayrı düşmüş.” (Dördüncü Şua)

Seyredilen güzelliklerin kaynağını erişildiğinde, güzel hakiki veçhiyle anlaşıldığı gibi neden bu kadar çeşitli olduğunu da kavranır ve her şeyin güzelden geldiği ve yine güzele döndüğü görülür. Güzel olmayan güzeli görmemek, ondan daha kötüsü görmemek için gözünü yummak. Uyurgezerler de gördüğü manzara karşısında ne güzel der geçer, ne güzel yaratılmış demez. Yaratılma fiilini gördüğünde diğer bütün isim ve sıfatlat bir bir ardı ardına sıralanır, ona şehadet arkasında gizlenmiş gayb güzelliğine eriştirir ki hakiki güzellik odur.

Yaşanan hadiseler de bu güzel pencereden bakıldığında kerih gördüğümüz nice hadisenin, hoşumuza gitmeyen nice işin altında güzel hikmetlerin yattığını, esmanın hüsna tecellisini görürüz. Başkaca hayat nasıl güzel olur, umut nasıl devşirilir, şevk nasıl elde edilir? 

Ruhun hissetmediği güzellik tam güzel olmadığı gibi ruhuna varılmayan güzellikte tam güzellik değildir. Manasız lafız ne kadar abesse, manayı anlamayıp lafza meftun olmak da o kadar abes.

Kâinatta tecelli eden güzelliği akıl, göz, gönül, kulak vesair zahiri ve batini duygular tasdik ediyorsa öyleyse ortada bir güzellik var; o güzelin ruhu olan esma-i hüsnayı görmemek de bütün zıtlıkla aynı derecede çirkinlik.

Gözünüz ve gönlünüzün esma-i hüsna güzelliği ile dolması ve doyması duasıyla… 

Hüseyin Eren

Ayna aramaya gerek yok. Aslında her yer ayna. Her şey O’ndan, O’nun san’atından. Aynadarlık ediyor her şey. Yüzümüzü nereye çevirsek, elimizi nereye uzatsak, göreceğimiz bin bir güzellik var. Bir anlık düşünce bu.

Bir anlık düşünce


Ayna aramaya gerek yok. Aslında her yer ayna. Her şey O’ndan, O’nun san’atından. Aynadarlık ediyor her şey. Yüzümüzü nereye çevirsek, elimizi nereye uzatsak, göreceğimiz bin bir güzellik var. Bir anlık düşünce bu.

***

Beş dakikalık bir farz namazın içinde bile ne kadar da zor odaklanıyoruz hedefe. Namaz biter, vesveseler gider. Hayalimizden ne geçerse geçsin, namaz sonrasında hiçbirini bulamazsınız. Bir an farkına varır insan; her daim bir mücadelenin içerisindedir. Yalnız değildir. Melek ilhamı ile şeytan tuzakları arasında insan. Bir anlık düşünceye yelken açar. Açabilirse eğer, kazanır insan.

***

Bir anlık düşünce bu.

Bir âna ömür sığar da, iki düşünce sığmaz bazen. Gölge, gölgedir işte. Aslı gibi olamaz. Aslı yoksa, gölge de yok zaten. Hayal düşüncenin gölgesidir; yaşamaksa kendisi. Tut ki, bir çeşme başındasın. Elini yıkayıp, yüzüne götürmedikten sonra serinliğin ne faydası var?

Gör ki, hayat böyle bir çeşme işte.

Bir anlık düşünce, düşünce eline; bir serinlik getiriyor ve sürebiliyorsan ellerini yüzüne, şükredebiliyorsan Rabbine kalan bu temiz duyguların için, çeşme başı hayal; düşünce başı hakikat…

Tut bir sarmaşığın elinden. Çıngıraklı eski kapıların üzerinden sarkan, o top top olmuş, yuvarlanmış, zarif duruşuyla taç olmuş bir hanımeli sarmaşığının, gözlerini kapamadan, sakın ola ki çekmeyesin kokusunu içine. Sesler, kokuları keser. Gözler kapanmalı gülleri öperken. Hanımelinin kokusunu içine çekerken kapanmalı gözler hafifçe. Ve sonra ilk defa görüyormuşçasına açılmalı. Eller ne güne duruyor? Lâtif bir çocuk yüzünü okşar gibi okşanmayı bekliyor kadife güller, hanımelleri, hercai menekşeler…

***

Bir anlık düşünce …

Yaşadığın sokakta kaç ev var? Kaç insan ahirete göçmüş, sayabildin mi? Kaç camın önünde dursan, gerisinden bakanların anlatacağı hikâyeler var? Kaç insan yaşadı o sokaklarda? Kaç insan geçti o taşların üstünden. Kaç insan su içti o çeşmelerden, o sarı kurnalardan?

***

Bir anlık düşünce… Hayat böyledir. Sen yaşamayı beklerken, olacak olan olur.

Kenarda, bir duvara yaslanmış, küçük bir bisiklet. Binip de gidesin gelir. Kollarda, dizlerde o eski derman, heyecan nerde?

Hayal imdada yetişmese bisiklet hâlâ duvarda kalacak, paslanacak. Hayal işletir, çalıştırır düşünceyi. Şükür ki, hayali yaratmış Allah. Şükür ki, hayalin de ibadeti var. Şükür ki, hayalini israf etmeyen insanlar da var. Misal, Üstadlar da var.

Bir anlık düşünce …

Uzaklarda bir ses duyardım çocukluğumda. Tık tık tık tık tık tık… Muttasıl muttasıl ve muttarid muttarid… Aralıksız ve aynı seslerdi bunlar. Nereden geliyordu bu ses, merak ederdim. Masanın altında oynarken de kulağım o sesteydi hep.

Yıllar sonra o sesin ne olduğunu fark ettim. Aynı sesi duydum. Meğerse bir tenekenin üzerine düşen yağmur damlasının sesiymiş. Yanına yaklaşınca o güzelliği bulamadım. “Davulun sesi uzaktan hoş gelir” derler ya, damlaların zikri de uzaktan güzelmiş…

***

Damlalar, düştüğü yerde tarih yazıyor. Zikrediyor bir düşünceyi uyandırmak için. Sürekli uyarıyor damlalar. Bir zambak nasıl açmayı bekliyorsa, bir fikir de öyle uyanmayı bekliyor içinde insanın. Gelip dürtmesini bekliyor. Bir şey, bir şeye temas edecek de o şey uyanıverecek, zambak gibi açılıverecek. Bekliyor işte heyecanlar.

Bir kelebeğin bahçedeki raksını seyrettim sabahların birinde. Çiçek açmış, güzelliğe durmuş, Rahman’ın bin bir güzellikleriyle donanmış, bodur kayısı ağacının beyaz çiçeklerine konsun diye heyecanla bekledim. Kondu da… Bir dalda iki çiçek; iki beyaz çiçek. “Hah!” dedim, “Şimdi yakıştı o oraya, bu buraya…”

Düşünce, bir anlık düşünce işte… Kelebek gibi kanatlanır, heyecanla pır pır atar yüreği düşüncenin. Düşünce kelebekte ve çiçekte devam eder düşünmeye. Böyledir işte…

Göğü çaprazlamasına yaran, iki ayrı yönden geçen kargaların geçişine de bîgâne kalamaz insan ve sorar:

“Evleri nerede bu kargaların? Nerelere sığınırlar? Nerede yaşarlar? Arkadaşları, çocukları kimlerdir? Kim bilir hâllerini Rablerinden başka, kim bilir?…”

***

Bir düşünce, bir anlık bir düşünce …

Ve yaşlı bir kadın, balkonundaki çiçeği okşar, azar azar suyunu içirir susamış toprağının. Çiçekler bir coşar ki, sormayın… Şapır şapırdır sanki ağızları.

***

Yâ Erhamerrâhimîn ve yâ Erhamerrahimin…

Huzurun sabahında… Uykunun elinden kurtardığınız bir andı bu.

Ellerim duâya nasıl da acıkmış.

Duâlı bir andı bu. Ve o an Allah’ın katındadır artık.

Ah anlar, ah… Bizi anlayan bir an olacak mı hayatımızda böyle? Anlar art arta birdir; yan yana hiç değil. Her an, bir diğer âna kapıdır. Her an işte Allah’a bu kadar yakındır.

Bırak ânı yakalamayı, an seni yakalasın.

Böyle bir an diliyorum derdimi bilen, hâlimi anlayan Yaratan’dan.

SELİM GÜNDÜZALP

 

Namaz…Ölümü bahtiyarlık kılar, bir sabah namazı.Kabrini aydınlatıverir, bir öğle namazı.Sorgu sualini hafifletir, bir ikindi namazı.Mizanın sağ kefesinde karşılar seni, bir akşam namazı.Sıratı müstakim de kuş gibi uçurur seni, bir yatsı namazı…

BEŞ S, BİR K

 (BEŞ SIKINTINA BİR KURTULUŞ)

 

Yaradılış gerçeğinde en çok düşünmeniz gereken beş sıkıntıyı belirleyin deseler, listenizi oluşturacak maddeler arasında kim bilir neler, birincilik almak adına bir biriyle yarışır. Belki de vakit gelip kapınızı çalmasa hiç aklınıza getirmeyeceğiniz sıkıntılardır, listenin sonlarına bıraktıklarınız…

Hayat işte, hengâmesine öylesine kaptırıyoruz ki benliğimizi, hakiki üzüntü ikliminde sırılsıklam olmak dururken, sureti elemin kapısında çiğ taneleriyle boğulduğumuzu zannediyoruz. Gözyaşlarımızın dinmeyişinin sebebidir belki de, hakkıyla düşmesi gereken mevsimi bulamayışı…

 Her zaman baharın o nazlı yağmurlarındaki soğukla kalacağımızı zannediyoruz, hazanın ayazla dolu uzun gecelerini hatırdan silivererek. Yazın kavurucu güneşine sitemkâr bakıyoruz, karla kaplı kışın koynunda sıcak günlerin hayallerini kurduğumuz vakitleri unutuvererek…

Oysa ne sıkıntılar, ne gözyaşı dökülmesi gerekenler, ne düşüncesinden uykuların kaçtığı vakitler bizleri beklemekte. Düşüncesi bile Ashabın gözlerine geceyi uğratmaz, dillerinde figanları bir an durdurmaz, gözyaşlarını saniye dindirmezdi. Cennetle müjdelenenlere bile boyun kaldırtmazdı.

Bir düşün bakalım sıkıntı öyle faniliğin gelip geçici koynunda mı, ebediyet yurduna varan geçiş yollarında mı?

Şimdi faniliğin sıkıntılarına bürüdüğün listene bir göz at, hangisi senden seni götürecek kadar büyük, hangisi bir şans daha verilmeyecek kadar dönüşümsüz ve hangisi telafisi mümkünsüz. Gözyaşı dökeceksen eğer insan şu beş sıkıntıya gözyaşı dökmeli;

Her şeyi geride bırakıverdiğin, zamanla sana dairlerin silindiği ölüm sıkıntısı,

Yalnızlıkların en koyusunu hissettiğin, herkesin seni terk ettiği kabir sıkıntısı,

Dillerin korkudan dolandığı, gözlerin çaresizlikten sönüp kaldığı sorgu sual sıkıntısı,

Yapılanların bir bir haykırıldığı, sağ, sol, ön ve arkanın birbirine karıştırıldığı hesap sıkıntısı,

Ayakların kaymaktan sakındığı, gözlerin pişmanlıklardan yaşardığı sırat sıkıntısı,

 İşte kendini paralayacaksan, gözyaşı dökeceksen, pişmanlığın mahcupluğuna bürüneceksen, uykuların kaçacaksa, bu sıkıntılardan kaçmalı, bu sıkıntıların tan ağarışlarını uzak vakitlere savurmayacaksın, gözlerin her seherde, her mehtapta gelecek olanları aramalı, her an çat kapı yaparak misafirliğin bittiğini fısıldayabilir soğuk bir rüzgârın dudakları…

Bu rüzgârın soğukluğuyla yürekleri titreyen Ashabın gözlerinden yaşlar dökülürken, bir meltem eşliğinde kurtuluşun sıcaklığını yüreklerine dolduran müjde gelmişti, kullarına sıkıntıyı reva görmeyen Hak’tan, gözyaşlarını Hak Habib’inin avuçlarına bırakanlar, verilen müjdeyle yaşlı gözlerine mutluluk sürmelerini çekerek huzurdan ayrılıyordu. Bilinen şu ki, her sıkıntının muhakkak bir dermanı vardır. Faniliğin sıkıntılarına çözümler yaratan Yüce Rabbim, bizi bu sıkıntılarda devasız bırakmadı Elhamdülillah…

Şimdi bu sıkıntıların devasını öğrenmek istiyorsan gözlerini kapa ve düşün, sal kendini aralanmamış ufuk deryana, seni sen yapanları düşün, mutluluğun manasını bulduğun diyarlara git, huzurun zemzem tadını aldığın kuyu başlarını hayat et, kısacası yüreğini sesinin dilini susturuverdiği anda ara bu sıkıntının çözümünü… Bulamadıysan, her gün yılmadan yorulmadan, vakit atlatmadan kapını çalana sor sana getirdiklerini ve ısrarla anlatmak istediklerini…

İşte beş sıkıntına bir kurtuluştur NAMAZ, hem faniliğin koylarında, hem ukbanın çetin yollarında ellerini bırakmayandır NAMAZ… Her sıkıntına ayrı bir vaktini ayırıvermiştir, seni mahcupluktan çıkarmak adına…

Ölümü bahtiyarlık kılar, bir sabah namazı

Kabrini aydınlatıverir, bir öğle namazı

Sorgu sualini hafifletir, bir ikindi namazı

Mizanın sağ kefesinde karşılar seni, bir akşam namazı

Sıratı müstakim de kuş gibi uçurur seni, bir yatsı namazı

Ey kurtuluşlarımıza vesile ettirilen, Ey her düştüğümüzde ellerimize bırakı verilen, Ey huzursuzluğu bağrında unutturuveren, Ey Âlemlerin Sahibi Olanın, kapısına acizliğimizle bizleri getiren, ne olur hiç yorulmadan, hiç vakit atlatmadan kapımızı çalmaktan vazgeçme, vazgeçme ki, kaybedenlerden olmayalım, vazgeçme ki, O(c.c), Cemalin huzurunda birlikte bulunalım…

 

İLKNUR DOĞANAY

 

Leyle-i Miracınızı tebrik ve içinde ettiğiniz duaların makbuliyetini rahmet-i İlâhiyeden niyaz ederiz…