Yağmur Damlası…

Yağmur Damlası…
Ben gökyüzünde, bulutlar arasında, ilâhî emri bekleyen bir yağmur damlasıyım.
Denizlerde bir damlaydım bir zamanlar, küçümsediniz beni. “Koca denizde bir damla” dediniz, bir şeyin değerini az göstermek için.

Musluklarda bir damlayken, görmezden geldiniz. “Aman canım, bir damladan ne çıkar” diye söylendiniz.

Bir gün buharlaşıp buraya geldim. Sayısız başka damlalarla beraberim. Her birimiz o ilâhî emri bekliyoruz. “Yağ” emriyle beraber her birimiz birer melek eşliğinde ineceğiz. Evet, bir melek eşlik edecek ki, hiçbir insan bizden zarar görmesin, hiçbir çiçek ezilmesin, hiçbir dal kırılmasın. Usul usul inelim, saçlarınıza, çiçeklere, yapraklara, bir kedinin tüylerine, bir aslanın yelesine, çatlamış toprağa…

Ben nereye düşeceğim kim bilir… Bakmayın “kimbilir” dediğime, aslında yazılı, benim nereye düşeceğim. Milimi milimine belli hem de. Ben bilmiyorum diye, siz bilmiyorsunuz diye, kimse bilmiyor değil.

Belki bir gencin yeni taranmış saç tellerine, belki göğe açılmış bir avuca, belki bulutları izleyen bir göze düşeceğim.

Tek başıma dağılmayacak o saç, tek başına sırılsıklam etmeyeceğim o eli, tek başına suyla doldurmayacağım o gözü. Ama dağıtmış gibi, sırılsıklam etmiş gibi, suyla doldurmuş gibi hissettireceğim.

Belki biraz ürperteceğim, biraz serinleteceğim, biraz şaşırtacağım. Ama her halde sevindireceğim. “Yağmur yağıyor” dedirteceğim. “Yağmur yağıyor” diye tekrarlatacağım. “Çok şükür” diyecek mi, üzerine düştüğüm insan, bilmiyorum. Ama emir bekleyen o damlalardan pek çoğunun bunu duyacağından eminim. İnsanların içini inanmanın güzelliğine dair bir huzurla dolduracağımızdan da eminim. “Bu kadar yağmur yeterli değil” diyen resmî ağızlara aldırmadan sevinileceğinden de eminim.

Yağmur duası ile alay eden, burun kıvıran, aşağılayan insanlara da yağacağız. Onların da yüzünü, gözünü ıslatacağız, elbiselerine bulaşacağız.
İnanan, inanmayan ayırt etmeyeceğiz.
Bütün insanlığın üzerine bir rahmet olarak ineceğiz.
Yağmayacağız, yağdırılacağız.
Ben ve arkadaşlarım, o ilahî emri bekleyen yağmur damlalarıyız.
Yakında inşaallah görüşeceğiz..

Murat Çetin

Ya Baki Entel Baki…


Gün batıyor şimdi, hayatımız henüz bitmemişken..
Henüz gitmemişken sağlığımız, varlığımız, sevdiklerimiz..
Ve biz hiç bitmeyecek gibi yaşasak da..hiç gitmeyecekler gibi fani mevcudata bağlansak da, işte güneş batıyor, sermayeden fark etmeden bir gün daha gidiyor..
Bugün tattığımız gördüğümüz aydınlık bitiyor..
Bitenlerin, yitenlerin ardından “ah” eden yürek mahzunlaşıyor, tatsızlaşıyor.
Fani olana sevdalanmak marazıyla bir nevi azap çekiyor..
Nebi a.s.m “Hummaya sövme!” diyor ashabına..
“Çünkü o insanların hatalarını temizlemektedir” diyor..
Bu misal gibi dünyevi firaklar Baki’ye yaklaştırıya…Ya Baki entel Baki demekte bizim için bir merhem olduğunu gösteriyor..
Dünyaya saplanmış biçare kalplerimize “derman” geliyor bu vird ile…
Ya Baki Entel Baki
Ya Baki Entel Baki !

BÖCEĞİN DERSİ…


Ebu’l-Haccac Aksuri’ye:
– “Maneviyatta rehberin kim?” diye sorduklarında:
-“Bir böcek” dedi. Alay ediyor sandılar.
İzah etti: – “Dışarıda gezerken, fener direğine çıkmak isteyen küçük bir böcek gördüm. Kaygan olduğu için yarı yoldan düşüyor, fakat hiç yılmıyordu. Yüzlerce defa aynı hareketi tekrarladı. Onu o halde bırakıp mescide gittim. Çıktığımda bir de ne göreyim, direğe tırmanmış, fenerin yanında duruyor. O hayvan engellerden yılmama ve sebat etme konusunda rehberim oldu.”

Rabbim!…

Rabbim!!

Ben kapında bi/çare
Aranıyorum
Umut ve özlem
Sağıma bakıyorum elimi kaldırıyorum
Uzatıyorum medet diye
Gözüme zulmetli bir karanlık ilişiyor
Ürküyorum Hüzünleniyorum
Ve indiriyorum çare/siz
Yine içimde umut doğuyor
Soluma bakıyorum bu defa kaldırıyorum elimi
Uzatıyorum uzatabildiğim kadar
Safi bir nur, parıldıyor tüm ihtişamıyla
Alıyor gözlerimi
Ümidim ve özlemim çıkıyor en yükseklere
En derin hislerime
En temiz duygularıma
Ve elimi uzatıyorum
Nura, nurlanmak için
Ama hüzün kaplıyor birden
Sağımda geliyor benimle
Kaçmaya çalışıyorum
Uzattıkça elimi bırakmıyor peşimi
Ne kadar çabalasam da
Hüzünleniyorum
Bi/çare dilimden şu ayet dökülüyor
İnnema Eş kubessi ve huzni ilAllah
Başım önde içim buruk hüzün kaplamış içimi
Birden bir ses geliyor
İrkiliyorum
la Tahzen
Duruyorum
İliklerime ilişiyor ama yine hüzün
Yine ses geliyor
La tahzen innellahe meane
Yüzümde bir sevinç
İçimde bir ihtizaz
Kalbimde ümit
Ellerimi birleştirmeye niyet ediyorum
Açıyorum ellerimi
Çünkü Rahmet affetmek ister
Çünkü Merhamet şefkat eder
Ve
Ey Rabbim !!
Gündüzü geceye- geceyi gündüze kalbeden Sensin
Bütün karanlıkları nuruyla nurlandıran Sensin
Geçmişim tüm karanlığıyla geleceğimi zulmete boğmak istiyor
Oysa Senin nurun her şeyi nurlandırır
Beni geçmişimin tazibinden ve zulmetinden kurtar
Benim geleceğimi nurunla nurlandır, zira Senin nurunu hiçbir şey söndüremez ey Nur
Ve ellerim yüzüme kavuşuyor
Sıcaklık hissediyorum
Dokundurdukça yüzüme rahatlıyorum
Dağılıyor içimdeki hüzün ve karanlıklar
Ve bir ses duyuyorum
Umutlu
Nurlu
Şefkatli
Merhametli
La Taknetu Min Rahmetillah

Yüreğin yolu…

Yüreğin yolu…

 

İNSANSIN VE insanlarla beraber yaşıyorsun… Kırık kırıktır için… Özün eziliyordur çok zaman… İçini açamazsın kimseye, iç çekip durursun kendi içinde… Kimi anladın ki, kim seni anlasın… Neyi istediğini, neyi sevdiğini biliyor musun ki…

Yüreğini yırtıyor sevgini verdiklerin… Hissiz mi yürümeli ıssız yerlerde? Sensizlik senden daha mı sevimli sevgili sevgi? Yakınlık yakıyor, yalnızlık üzüyor…

Dostta denir mi her dert? Dedin de ne dinledin? Kime dayanacaksın yüreğinde yürüyen dertler için?

“ Ne tesellisi var, ne şarkının, ne sazın” Sözler silik, sazlar kırık… Hayat bestesi hüzünlü…

Gülmek mi mutlu eden, ağlamak mı? Huzur hiçbiri mi? Hiç mi her şey? Hiçlik dereleri nerede duracak, varlık dağlarına ne zaman çıkılacak?

 

Uçar gibi gidiyor zaman, uyur gibi geçiyor ömür… Harcanan hayat… Hayıflanması gereken hayallerle oyalanıyor… Yuvasız kuşların şaşkınlığıyla çırpınıyor… Çaresiz dallara konuyor kırık kanatlarla… Acı kanıyor içi… Dertle dönüyor dışı…

Umutla doğuyor her sabah, ölümle yatıyor her akşam… Dert döşeğinde gözleri açık uyuyor, deva prensesi gelir de ellerinden tutar diye… Acı şerbeti şifa şevkiyle içiyor… Deva diye dayanıyor dertlere…

Sevgiyi saflaştırır sıkıntılar, dostlukları derinleştirir dertler… Sürüklendikçe yüreğin, özüne yol alırsın… Savrulması gereken sevgi değil, her şeyi yutan senin “ben”in… “Ben” de boğulmazsan içindeki “ben”le buluşursun…

Dert dalgalarıyla çalkalanırken “ben” in, duru ve derindir özbenliğin… Sevgi saf, hikmet diri, varlık dağları yücedir bu benlikte…

İçtiğin acılara, dayandığı dertlere değmiştir, “Ben” den geçmiş “Birben”e erişmişsindir…

Özün özüne erişen kabuk ağlamalara güler geçer… Günlerin üstündedir gönlü, gönlünden damlayan günleri de güldürür…

Dertler gülmekle geçmez, acıları dindirmez şarkılar… İçini açıyorsa çektiklerin derin bir iç çek ve yürü yüreğinin yolunda…

 

  Hüseyin EREN

Allah’ım!…

Allah’ım! Bizi, dünyada Senin sevgin ve bizi Sana ve Senin emrettiğin gibi istikâmetli olmaya yaklaştıracak şeylerin sevgisiyle, âhirette ise rahmetin ve cemâlini bize göstermeğe rızıklandır. Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Sûresi: 32.)
Allah’ım, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin Resûlüne, onun bütün âl ve Ashâbına salât ve selâm eyle.
Âmin.