Yükselme Yolculuğu…

 
Namaz kılmayan kişi günlük meşgalelerin, problemlerin, kavgaların içinde kendinden habersiz bir hayat yaşar; kul olduğunu, ahiret yolcusu olduğunu ve bu dünyada misafir olarak bulunduğunu adeta unutur.

Bir başarı gösterdi mi büyüklenmeye başlar. Herkesin kendisinden söz etmesini ister; onu övmelerini, ona hürmet etmelerini bekler.

Mükemmel bir kişiliğe sahip olduğuna inanır, noksanlıkları yanına yaklaştırmak istemez.

Namaz kılan kişiye gelince, o namaza niyet ederken ‘Allah rızası’ için ifadesini kullanır. Böylece, gerçek şerefin insanların beğenmesi, övmesi değil “Allah’ın rızası” olduğunu öncelikle hatırlamış olur.

Namaza tekbirle başlar. ‘En büyük, mutlak büyük, akılların idrak edemeyeceği, hayallerin ulaşamayacağı kadar büyük” ancak Allah’tır,’ der. İnsanlar arasında büyüklenme tehlikesinden kurtulur.

Sonra Fatiha suresini okur. Bu surenin ilk ayetinde, “bütün hamdin, yani bütün medih ve senaların ancak Allah’a mahsus olduğu” beyan edilir. Alimlerimiz bunu açıklarken, “Ne kadar hamd varsa, kimden gelse kime karşı da olsa,…, hepsi Allah’a mahsustur.” derler. Ve bunun, ‘elhamdülillah’ın en kısa manası olduğunu ifade ederler. Baharın güzelliğini, denizin haşmetini, semanın berraklığını, bülbülün sesini, arının balını övdüğümüzde bütün bu medih ve senalar, günümüz tabiriyle, övgüler ve beğenmeler hep Allah’a gider. Yani, biz bunları överken Allah’ın eserlerini övmüş oluruz.

Süleymaniye’nin kubbesini de övseniz, mihrabını, minberini, minarelerini de methetseniz bu övgülerin tamamı Sinan’a aittir.

GEL GÖR Kİ, kâinat sarayı ve içindekiler övülürken bu ince mana çoğu zaman unutulur. Doğrudan doğruya, o eşya methedilir.

Bu hataya düşmemek için hemen ‘Rabbü’l-alemîn’ ismi zikredilir. Bütün eşyayı terbiye eden, onları ilk önce “bir nokta, bir çekirdek, bir yumurta, bir gen şifresi” olarak yaratıp, sonra terbiye ederek kemale erdiren, insan, ağaç, hayvan,…, haline getiren Allah’tır.

İnsanın akıllı bir mahluk olarak yaratılması da bu terbiyeye dahildir. Yani, arı bal yapacak şekilde terbiye edildiği gibi, insan da bu sayısız sanatları icra edecek şekilde yaratılmıştır. Şu farkla ki, insanoğlu bu mükemmel yaratılışının gereğini yerine getirip getirmemekte serbest bırakılmıştır. Kabiliyetini yerinde kullanmasını bilenler bir çok hayırlı işler, güzel eserler ortaya koyarlar.

İnsanoğlu bu doğru tercihini bazen çok pahalı satmaya kalkar, herkesin onu övmesini, ondan söz etmesini ister.

Şöyle bir düşünelim:

“Gökyüzü, ormanlar, denizler, ovalar ne kadar güzel!

Onları seyreden gözlerimiz ne kadar mükemmel!

BU güzellikleri ve mükemmelliği takdir eden aklımız bizim için ne büyük nimet!

Yediğimiz şeylerin tamamı ayrı birer terbiyeden geçerek önümüze konulmuşlar.

Koyun ayrı bir fabrika, otu süte ve ete çeviriyor. Daha doğrusu, otlar o fabrikada terbiye görerek et ve süt haline geliyor.

Bütün meyve ağaçları da ayrı birer fabrika gibi.

Ve toprak, bütün bu mükemmel ve muhteşem eserlerin hem mekânı, hem fabrikası.

Denizleri dolduran balıkları şöyle bir düşünelim! Hepsi sudan yaratılıyorlar. Ortada ne bir fabrika var, ne tarla, ne de bostan.

Bütün bu terbiye fiillerini hayretle seyreden insan, bütün medih ve senanın ancak Allah’a mahsus olduğunun şuuruna erer.

NAMAZ kılan kişi, Rahmân ve Rahîm isimlerini okurken bütün bu terbiye fiillerinin aynı zamanda kendisi için bir rahmet olduğunu düşünür ve kalbi sürurla dolar.

Daha sonra, Sure, ‘Malikiyevmiddin’, yani ‘ahiretin sahibi, hesap gününün maliki’ ismiyle devam eder.

İnsana “bu alemde tanıştığı ve faydalandığı bütün nimetlerden ve hayran olduğu her türlü güzellikten günün birinde ayrılacağını, bu dünyadan göçüp gideceğini hatırlatan bu İlahi isim, bir taraftan ölümün hiçlik olmadığını, kabirden sonra ahiret alemlerine geçileceği müjdesini verirken, diğer taraftan da bu dünya hayatının o “din gününe”, “o hesap gününe” göre tanzim edilmesini ihtar eder. Dünya yolculuğunun hesap gününe çıkacağını ikaz etmekle, ömür sermayesinin rıza dairesinde harcanmasını ders verir.

İNSAN o hesap gününü düşündüğünde, ölümle terk edip gideceği insanların takdirlerine ve alkışlarına gönül bağlamanın ne kadar yersiz olduğunu bütün açıklığıyla anlar. ‘Ben ancak bütün hamd ve sena kendine mahsus olan, Rahman ve Rahim olan, beni ölümden sonra tekrar diriltip huzurunda hesaba çekecek olan Allah’a ibadet etmeli ve her türlü ihtiyacım ve sıkıntılarım için de yine ancak ondan yardım dilemeliyim,’ diye düşünür ve Rabbine doğrudan hitap ederek, “Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz,” der.

ALLAH RESULÜ (asm.) namaz için “müminin miracı” ifadesini kullanır. Namaz kılmak üzere kıbleye yönelen insan, kalbini Rabbine teveccüh ettirmiş ve kendi miracının ilk adımını atmıştır. Bu yolculuk “iyyake…” hitabına kadar devam eder. Bu noktaya kadar mirac yolculuğunda Allah Resulünün (asm.) bütün sema tabakalarından geçmesi, Allah’ın nice rahmet tecellilerini seyretmesi, ahiret alemini temaşası bir bakıma, özetlenmiş gibidir. “İyyake…” hitabıyla sanki kab-ı kavseyn makamına çıkılmış ve Allah’a doğrudan hitap etme şerefine erilmiştir.

Böyle bir kul artık istikamet yoluna girmiştir; ama yine de Rabbinden sırat-ı müstakime hidayet talebinde bulunur. Çünkü, bu yol çok uzundur; engelleri ve tehlikeleri çoktur. İnsanı bu doğru çizgiden saptırmak isteyen nice iç ve dış düşmanlar vardır. Nefis ve şeytandan, kötü arkadaşlara; haramların dolup taştığı sokaklardan, hayvanî duygulara hitap eden zararlı neşriyata ve programlara kadar bütün engellere rağmen istikamet yolunda yürüyebilmek ancak Allah’ın, yardımıyla ve hidayetiyle mümkün olabilir.

İnsanın inancı istikamet üzere devam ettiği gibi, konuşmaları, bakışları, ticareti, sanatı, sevgisi, korkusu da aynı çizgi üzerinde olmalıdır. Kul, bütün bunları başarması için Rabbine iltica eder ve ‘Bizi sırat-ı müstakime hidayet et,” diye duada bulunur.

BİR BAŞKA ayet-i kerimede, sırat-ı müstakimin “peygamberlerin, sıddıkların, şüheda ve salihlerin” yolu olduğu haber verilmektedir. İnsan bu yola hidayetini dilemekle, o nurani ve bahtiyar zümrenin ardınca gitmeyi, onların izinde olmayı dilemiş olur.

Bu yoldan ayrılmanın tehlikesi büyüktür. Ya Allah’ın gazabına uğrayanlar (mağdup) grubundan veya O’nun çizdiği doğru yoldan sapanlar (dâllin) güruhundan olma tehlikesi söz konusudur.

Mümin, her iki tehlikeden de korunması için yine Rabbine sığınır ve sonunda bu duasına “âmin” der.


Zafer Dergisi
Prof. Dr. Alaaddin Başar

 
Değerli Gönül dostlarım hepinizin Leyle-i Miracını tebrik eder hayırlara vesile olmasını Cenab-ı haktan niyaz ederim.selam ve dua ile

19 Yanıt

  1. BİR BAŞKA ayet-i kerimede, sırat-ı müstakimin “peygamberlerin, sıddıkların, şüheda ve salihlerin” yolu olduğu haber verilmektedir. İnsan bu yola hidayetini dilemekle, o nurani ve bahtiyar zümrenin ardınca gitmeyi, onların izinde olmayı dilemiş olur.mevlam cümlemizi sıratı müstakimden ayırmasın inşAllah.Allah c.c. razı olsun oğlum.seninde miracın hayırlara vesile olsun inş. selam ve dua ile.

  2. Namaz, kulun Allah’a Hamd niyazıdır,Namaz, Allah’a giden caddede kutsal bir yolculuktur.Namaz, kulların birleşerek kesret dağınıklığından kurtulma zevkidir.Namaz, kulun Fâtiha şifresi ile alemleri seyretmesi, sonsuz boyutlara intikal etme sırrıdır.Namaz, Elest Bayramını anma ve ona dönme nimetidir.Namaz, Efendimizde yok olma san’atıdır. Ve nihayet namaz, Allah’ın hilkat şaheserinde kendi güzelliğini seyrettiği sonsuzluk mekanıdır.Namaz, Fâtiha’nın kelâm sırrından manaya dönmesi, canlanmasıdır. Namaz’ın bütün bu özelliklerinin tümü Fâtiha’dan gelmektedir.Kul, özel bir arınma sırrı içinde abdest alıp, ilâhî daveti (Ezânı) işitince: İlk tekbir ile birlikte dünya ilgisini keser. Yüce Yaradanına Sübhâneke ile resm-i tâzim ve ricada bulunur. Ve Allah, Ledün’den kuluna Fâtiha ihsan eder; İlâhî mekanda ruh, emr âleminin sırrı içinde Ledün cereyanı ile Fâtiha’yı okumaya başlar.Fâtiha artık canlıdır. İlk iki âyette netleşen ruh cereyanı, üçüncü âyetle nefse de hay sırrı verir (ölmeden evvel öl emri).Dört ve beşinci âyetlerde gönül ekranına Efendimizin sırrı yansır. Ve bütün varlığımız Fâtiha’nın verdiği yeni bir hayata kavuşur. Bu can, altıncı âyetin in’am sırrıdır.Yedinci âyet; kesrette kalıp sönen ışıklar gibi kulun çevresinde tüm nasipsiz ve yanılmışları yok eder.Kul, zammı sûre ile bu sonsuz güzelliklerden bir sır niyaz eder. Verilince de: Bu İhtişamı rükû içinde Allah’ına tazim ile seyreder. Ve gönül hamdine erer. «Allah kendisine hamdedeni işitir» emri gelince bu kez alemlerde yeni bir güzellik tecelli eder ki; bu haz, secde sırrını doğurur.Bu sonsuz kulluk hazzı içinde kul, Efendimizin miraç hikmetini dile getirir. Yani, Ettahîyyâtü’yü okur ve sonra Fahr-i Kâinat cereyanında daim kalabilmek için salavat-ı şerifeleri tamamlar.Burada, teberrüken Ettahiyyat sırrını hatırlatalım:Efendimiz: «Allahım! Tahiyyât (dualar, niyazlar, selam ve merhabalar) ve sâlavat (istiane, reca ve yalvarmalar) sana: tayyibât (en temiz, en güzel, en alâ) sensin.»Allah: «Ey sevgili Peygamberim! Bu güzelliklerle birlikte selâmım, ilâhı rahmetim ve berekâtımın tümü senin üzerine olsun.»Efendimiz: «Bu selam bizimle birlikte salîh kullar üzerine de olsun.»Ve sonra Cebrâil’in ve ona katılan tüm mahlûkatın Kelime-i Şehadetİ:«Şahidim, ki, Allah’tan başka ilâh yoktur ve şahidim ki, Muhammed O’nun kulu ve resulüdür.»Ve kul, bu mâna ziyafetinden sonra selam vererek mekana döner. Namazın tüm kurallarından anlaşılmaktadır ki; namaz kulun İlâhî mekanda mânaya geçişidir. Fâtiha bu sırrın canlı bir gücüdür.Hem namaz Fâtiha’da can kazanır, hem de Fâtiha’nın kelam sırrı namazda hay sırrına döner. Asıl konumuz Fâtiha olduğuna göre bu sonsuzluk penceresinden «seb’an minelmesânî» hikmetini seyredelim:Fâtiha’nın ilk âyetinde ruh, Ledün âleminden Allah’a. O’nun Rabbilâlemin sırrı içinde hamd eder. Bu hamd’in, Fâtiha’nın yedi âyetinde ayrı ayrı mertebeleri vardır. Başlangıçta, ruh emr âleminden intikal ettiği için: Galaksilerden atomlardaki bestelere kadar âlemlerin tüm güzelliğini insana yansıtır. Böylece, Rabbilâlemin sırrı, Allah’ın Rab esması ile bize onu sezdirerek hamd makamına eriştirir. İkinci âyette yine ruh bize Rahman tecellisinin muhabbet dolu gücünü yansıtır ki, yeni bir hamd başlar. Bu hamd’in derinliklerinde bu kez hamd’in üçüncü sırrı Rahîm hikmeti açılır. Ve derinlerden Elest’teki mana bayramı hissedilir. Bu dördüncü hamd, kulun kaybettiği hafızasından ezel güzelliklerine bir pencere acar ki: Hamd, sonsuz Allah güzelliğinin renkleri arasından zirveye ulaşır.Ve sonra, üçüncü âyetle hamd’in beşinci mertebesi, yani nefsin hamd’e katılması doğar. Burada Allah kendi güzelliğinin sonsuzluğum bir kez daha seyretmektedir.Altıncı hamd: Dördüncü ayetin sırrı içinde Efendimizin inananları kulluğa davet hikmetidir. Bu âyet okunurken Efendimizin net olarak gönül ekranında göründüğünü hatırlatmak isterim. Bu altıncı hamd’de çokluk aleminden tekliğe dönüş sırrı başlamaktadır. Kul, Fahr-i Kâinat’ın, “Yalnız sancı kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz» davetine katıldığı an, kendini sırat-ı müstakîm’de teklik âleminde bulmaktadır. Bu hamd, mü’minlerin Efendimizin yönetimînde yaptıkları ortak bir hamd’dır.Yedinci hamd: Altıncı âyette lütfedilen Allah nimetine karşı yapılan sonsuz bir hamd’dır.Fâtiha, böylece insana sonsuz dirilik sırrı içinde yedi hamd’i canlı olarak vermektedir.Fâtiha’nın, mesânî sırrı içinde bir başka hikmeti; her bir âyet içinde yedi kez ayrı hikmet vermesidir. Şöyle ki: Birinci ayette, Rabbilâlemin’e, sırası ile Rahmân, Rahîm, Mâlikülmülk. kulluk sırrı, müsteân sırrı, hidâyet sırrı, İn’am sırrı içinde yaklaşım sağlar..Sonra Rahmân sırrı, her yedi âyette ayrı bir sevgi ve aşk hikmeti yaratır. Birinci ayette âlemleri seyrederken, sonra Allah’ın Rab sıfatının sırrı içinde bunlara yaklaşırken, sırasıyla Rahîm, Mâlik… hikmetleri içinde hep Rahmân’ın sırrını gezdirir.Yine Fâtiha, namazın bu sonsuz hikmeti içinde her bir âyetin kelime kavramlarım böyle yedi ayrı renk içinde açar. İşte mesanî sırrı, yani yedinin katları hikmeti, Fâtiha’nın namazdaki bu canlı cereyanı içinde sürer, gider. Sonsuz namazda sonsuz zevk, sonsuz hamd birbirini kovalar, durur.Fâtiha, kuldan Cenab-ı Hakk’a gidişi gerçekleştirdiği bu görünümün yanında; daha derin planında Cenab-ı Hakk’ın kendi güzelliğini sonsuz mekânlarda tekrarlama sırrını taşımaktadır.Ve Fâtiha, böylece her okunuşta yeni bir can katarak insanları Efendimiz cereyanına bağlar. Aslında Fâtiha sırrı yalnız Efendimize has bir Allah mucizesidir. Kulların bu iletişime katılmaları Fahr-i Kainat’a olan sevgileri nisbetindedir…Namaz kulun miracıdır. Allah (c.c.) razı olsun can abim…

  3. SİZİNDE MİRACINIZ HAYIRLARA VESİLE OLUR İNŞ ABİM.CAN ABİM .A.E.OLUN…………………………………………………………………………………………………………BU DÜNYAYA GELDİN NE AMEL KILDIN?DERSE ALLAH,SEN NE CEVAP VERİRSİN?ŞİMDİ HUZURUMA NE YÜZLE GELDİN ?DERSE ALLAH,SEN NE CEVAP VERİRSİN?İKİ YOL GÖSTERDİM HEM AKIL VERDİM,İRADENLE BEN SENİ SERBEST KILDIM,RAHMETİ BIRAKIP ZULMETE DALDIN,DERSE ALLAH,SEN NE CEVAP VERİRSİN?RAMAZAN VERDİM,ORUÇ TUTMADIN,AKŞAM TATLI,TATLI İFTAR ETMEDİN,NİÇİN DOĞRU YOLLARIMA GİTMEDİN?DERSE ALLAH,SEN NE CEVAP VERİRSİN? GÜNAHTAN KAÇMADIN,TUTMADIN EMRİM,BEYHUDE YERLERDE GEÇİRDİN ÖMRÜN,ŞİMDİ HUZURUMA,SEN NASIL GELDİN?DERSE ALLAH,SEN NE CEVAP VERİRSİN? SOĞUK,SICAK DEDİN ABDEST ALMADIN,BİR BAHANE BULDUN,NAMAZ KILMADIN,GÜNAH YIĞININA ÇARE BULMADIN,DERSE ALLAH,SEN NE CEVAP VERİRSİN? BERAAT,KADİR VERDİM,NİÇİN BİLMEDİN?İKİ REKAT OLSUN,NAMAZ KILADIN,BEYHUDE İŞLERDEN SEN USANMADIN,DERSE ALLAH,SEN NE CEVAP VERİRSİN? NİÇİN ABDEST ALIP,KILMADIN NAMAZ?ALLAH\’A YALVARIP ETMEDİN NİYAZ?HALK İÇİNDE,SENİN İSMİN BEY NAMAZ,DERSE ALLAH,SEN NE CEVAP VERİRSİN? EZANLAR OKUNDU,NİÇİN DUYMADIN?HUZURUMDA NİÇİN,SECDEYE VARMADIN?BENDE CENNETİMİ,SANA VERMEDİM,DERSE ALLAH,SEN NE CEVAP VERİRSİN? NİÇİN TERK EDERSİN FARZI,SÜNNETİ?DUYMADINMI?CEHENNEMİ,CENNETİ,DEĞİLMİSİN? H.Z MUHAMMEDİN ÜMMETİ,DERSE ALLAH,SEN NE CEVAP VERİRSİN? BEN SENİ YARATTIM,HAS GÜLLER GİBİ,KAŞ VERDİM,GÖZ VERDİM SÜMBÜLLER GİBİ,ŞİMDİ!SÖYLE AMELİNİ,BÜLBÜLLER GİBİ,DERSE ALLAH,SEN NE CEVAP VERİRSİN?

  4. Hamd âlemlerin Rabbine salat ve selam onun Resûlü (Sallallah u Aleyhi ve Sellem)\’e ve onun âline ve ashabınadır. Namaz gibi büyük bir ibadeti kullarına farz kılarak onları huzuruna kabul eden Allah\’a hamd olsun! Namazı, müminlerin miracı, salihleri n göz nuru ve kalp huzuru kılan Yüce Allah\’a hamd olsun! Namaz! Dinimizin direği. Şahadet kelimesin den sonra islamın en önemli rüknü… Edâsı cennetin anahtarı, ebedî kurtuluş ve saâdet… Günahların kefareti. .. Rabbin rızası… Terki ise Rabbin gazabı. Namaz kulluğun en büyük ifadesidi r. Diğer bütün ibâdetlerin kabûlünün kendisine bağlı olduğu büyük bir ibâdettir. İSLAMDA NAMAZIN YERİNamaz, ibadeti çok eski zamanlard an beri bilinen bir ibâdettir. Bu ibâdet bütün semâvi dinlerce farz kılınmıştır.İslam dini namaz ibâdetine çok büyük bir önem vermiştir. Namaz ibadetini n önemi Kur\’an ve sünnette yer alan emirlerle vurgulana rak kulların onu asla terk etmemeler i konusun da uyarılmışlardır. v Namaz dinin direğidir. v Namaz cennetin anahtarıdır.v Namaz amellerin en hayırlısıdır. v Namaz, kıyamet günü kişinin ilk önce hesaba çekileceği ibadettir . Allah bütün Peygamber lerine ve gönderildikleri kavimlere namaz ibadetini farz kılmış peygamber lerin sonuncusu olan Hz Peygamber imize de bu emri şu şekilde vermiştir: "Kitaptan sana vahyedile ni oku, namazı kıl."v Felaha erecek olan mümin kulların en büyük özelliklerinden biri de namazı huşu içinde eda etmektir. "Müminler felaha ermişlerdir. Onlar ki huşu içinde namazlarını kılarlar…"(Mu\’minun:1-2)v Savaşta, barışta, hastalıkta, sağlıkta, korkuda, emniyette, yolcu olduğumuz veya olmadığımız durumlard a, -hasılı durum ve şartlar ne olursa olsun- namazı edâ etmek her müslümanın üzerine farzdır. Namaz kılmak içinde bulunduğu durum ve şartlara göre kolaylaştırılmıştır. Allahu Teâlâ şöyle buyurur:"Şâyet korku içindeyseniz yürüyerek veya binek üzerinde (namazınızı eda ediniz" v Savaş ve korku halinde yürürken veya koşarken rükû ve secde yapmadan da namaz kılınabilir. Böyle durumlard a kıbleye dönmek farz değildir. Allahu Teâlâ şöyle buyurmakt adır:"Doğu da Allah\’ındır batı da. Nereye yönelirseniz onun yüzüne yönelmiş olursunuz ." (Bakara :115)Allahu Teâlâ namazını vaktin çıkıncaya kadar tehir ederek bu konuda gaflet gösterenleri çok şiddetli bir şekilde uyarmıştır. "O namaz kılanlara yazıklar olsun. Onlar ki namazları konusunda gaflet içindedirler.." (Maun:4-5)NAMAZIN FAZİLETİNamaz kılmak islamın şartlarından ikincisid ir ve iki şahadetten sonra en önemli şarttır. Başka bir âyette Allahu Teâlâ şöyle buyurur:"Gerçekten müminler kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki namazlarında huşu içindedirler." (Mu\’minun:1-2) Namaz, kul ile Rabbi arasında bir bağdır. Allah\’ın Resûlü (Sallallah u Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur:"Sizden biri namazında Allah\’a yalvardığında; Yüce Allah bir kutsi hadiste beyan edildiği üzere şöyle buyurur: Namazı kendim ile kulum arasında ikiye ayırdım, kuluma dilediğini veririm; kulum "El-hamdü lillahi Rabbi\’l- âlemin" dediğinde "Kulum bana hamd etti" derim. Kulum, "Er-Rahmanirrahim" dediğinde; kulum beni övdü derim. Kulum, "Maliki yevmiddîn" dediğinde; kulum beni yüceltti" derim. Kulum, "İyyake na\’budü ve iyyake nestaîn" dediğinde, derim ki; bu kulumla benim aramdadır, kulumun istediği kabuldür. Kulum, "İhdina s\’sırada l\’müstagîm, sıradallezine en\’amte aleyhim, ğayrilmadûbi aleyhim veladdâlîn" dediğinde; bu kulum içindir ve kulumun isteği kabuldür derim." [1] Namaz ibadetler in bahçesidir. Onda her türlü ibâdeti görmek mümkündür. Namaz insanın başı daraldığında ona yardımcı olur, her türlü kötülük ve ahlaksızlıklardan insanı alıkoyar. Allahu Teâlâ şöyle buyurur:"Sabır ve namaz ile Allah\’tan yardım isteyin." (Bakara:153)Başka bir âyette şöyle buyurulur: "Sana Rabbinden vahyedile ni oku ve namazı kıl, muhakkak ki namaz bütün fahişeliklerden ve kötülüklerden korur." (Ankebut:45)Namaz, müminlerin kalplerin in huzuru gözlerinin nûrudur. Peygamber imiz (Sallallah u Aleyhi ve Sellem söyle buyurmakt adır:"Namaz gözümün nuru kılındı." [2]Namaz hataları siler günahlara kefaret olur. Allah\’ın Resûlü (Sallallah u Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur:"İçinizden birinin evinin önünde bir nehir olsa da günde beş defa burada yıkansa onda bir kir kalır mı? Dediler ki: Onda hiç bir kir kalmaz. Dedi ki: İşte aynı bu şekilde Allah, beş vakit namaz ile kişinin hatalarını siler götürür." [3] Başka bir hadiste Allah\’ın Resûlü (Sallallah u Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur:"Beş vakit namaz kendi vakitleri arasında meydana gelen günahlara ve iki Cuma da ikisi arasındaki vakitler içinde meydana gelen günahlara kefâret olurlar." [4]İbn-i Ömer\’in Allah\’ın Resûlü (Sallallah u Aleyhi ve Sellem)\’den rivayet ettiği hadiste şöyle buyurulur:"Cemaatle kılınan namaz fert olarak kılınan namazdan yirmi yedi kat daha faziletli dir." [5]İbn-i Mesud (Allah ondan razı olsun) şöyle der: Kim ki müslüman olarak yarın Allah\’ın huzuruna çıkmak isterse (mahşerde onlarla çağrılacağı) şu namazlarını gereği gibi kılsın. Allah sizin Peygamber inize hidâyet yolları (sünnetleri) tayin etmiştir, işte bu namazlar hidayet yollarındandır . Şayet siz şu geri kalan gibi namazlarınızı evinizde kılarsanız peygamber inizin sünnetini terk etiniz demektir ve şayet Peygamber inizin sünnetini terk ederseniz dalalete düşersiniz. İçinizden biri temizleni r (abdest alır) ve bunu en güzel bir şekilde yapar da daha sonra mescitler den birine namaz kılmaya giderse Allah onun attığı her adım için bir sevap yazar, derecesin i yükseltir ve günahlarını siler. Bizim içimizde ancak nifakları belli olanlar (cemaatle kılınan) namazdan geri kalırlardı. İçimizde öyle kişiler vardı ki ancak iki kişiye yaslanmak suretiyle namaza dursa da (cemaatle kılınan) namazdan geri kalmazlar dı." [6]NAMAZI TERK ETMENİN HÜKMÜNamaz terk etmenin hükmü konusunda çok eskiye dayanan kuvvetli bir ihtilaf vardır. Ahmed Bin Hanbel şöyle der: "Namazını terk eden kişi islam dininden çıkartan bir küfür ile küfre girer. Tevbe edip namaza başlamadığı takdirde öldürülür. İmamı Ebu Hanîfe, İmamı Şafii ve İmamı Malik namazını terk edenin fâsık olacağını fakat kafir sayılmayacağını ifade etmişlerdir. Daha sonra bu alimler kendi aralarında namaz kılmayanın cezası konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. İmamı Malik ve Şafii namazı terk edenin had cezasına çaptırılarak öldürüleceğini söylemişlerdir. Ebu Hanife böyle bir kişinin had cezasına çarptırılacağını fakat öldürülmeyeceğini ifade etmiştir.Şeyh Muhammed Bin Useymin (r.a.) "Namazı Terk etmenin Hükmü" adlı eserinde namazı terk etmenin islam milletind en çıkaran küfür olduğunu bildirere k bu konuda kitabı ve sünneti hakem tayin etmenin gerekliliğini vurgulama ktadır. Onun bu konu ile sunmuş olduğu delilleri n bir kısmını sizlere aktaralım. Kuranı Kerimden sunduğu delillerd en bazıları şunlardır:"Şayet namazı kılar, zekatı verirsele r onlar sizin kardeşlerinizdir." (Tevbe:11)Bu ayette müşriklerle aramızda kardeşlik olabilmes i için onların şirkten tevbe etmeleri gerektiğini, namazı kılmaları gerektiğini ve zekâtı vermeleri gerektiğini şart koşmuştur. "Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar, nefisleri nin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekeceklerdir. Ancak tevbe ederek iman edip salih amel işleyenler cennete girecekle r ve en ufak bir şekilde dahi olsa bir zulme uğramayacaklardır." (Meryem:59-60) Bu âyette namazı terk edip şehvet bataklığına batanların felaha ermeleri için tevbe edip iman etmeleri gerektiği bildirilm ektedir. Onlar bu üç şartı yerine getirmedi kçe kardeşimiz olamazlar . SÜNNETTEN BAZI DELİLLER:1. Cabir Bin Abdullah Allah\’ın Resûlü (Sallallah u Aleyhi ve Sellem)\’ den şöyle buyurur:"Kişi ile şirk ve küfür arasında namazı terk etmek vardır." [7]2. Büreyde Bin Husayb (Radıyellahü Anhü) Allah\’ın Resûlü (Sallallah u Aleyhi ve Sellem)\’den şöyle buyurur:"Bizim ile onlar arasındaki sözleşme namazdır kim namazı terk ederse küfre düşmüştür." [8]Buradaki adı geçen küfür dinden çıkartan küfürdür. Zira namaz mümin ile kâfir arasında bir ayraç kılınmıştır.[1] Müslim rivayet etmiştir.[2] Ahmed ve En-Nesaî[3] Buhari ve Müslim.[4] Müslim.[5] Buhari ve Müslim.[6] Müslim.[7] Müslim. İman kitabı. [8] Ahmed, Ebu Davud, Et-Tirmizi, En-Nesaî, İbn-i Mace.hayırlı geceler ahmed kardeşim

  5. Mİ\’RAC GECESİ DUASIMi\’rac gecesi, Resûl-i Ekrem Efendimiz\’in gökleri aşıp Sidretü\’l-müntehâ\’ya ulaştığı kudsi gecedir. Böyle mukaddes gecenin ihyâsı şüphesiz ki diğerleri gibi kaza ve nafile namazlar kılıp duâlar etmekle, günahlarına tevbe, istiğfarda bulunup İslami hayatta sebat dilemekle olur.İbrahim Aleyhiselam\’ın tavsiye ettiği bir duâ da bu gecenin özel duâsı sayılır. Resûl\’ü Ekrem Efendimiz Mi\’rac gecesinde İbrahim Aleyhisselâm\’ı görmüş, sohbet sırasında ondan şu sözleri dinlemişti:-Ya Resûlâllah, cennet\’in ağaçları,"Sübhanallahi velhamdülillâhi, ve lâ ilâhe illâllahü vallahü ekber. Velâ havle, velâ kuvvete illâ billâhi\’l-aliyyi\’l-azim."Yani: " Kim Mi\’rac Gecesinde bu kelimeleri çok söyler, bu duâyı çok okursa, o kadar çok Cennet ağacı dikmiş olur, cennet meyvesi yiyebilirKandiliniz şimdiden hayırlı bereketli ve feyızli gecmesini dilerim .

  6. CAN ABİMMM…İYİKİ VARSINIZ…RABBİM SİZLERDEN RAZI OLSUN…SAYGI ,SEVGİ,HÜRMETLERİMLE.DUALARIMDASINIZ ,DUALARINIZDA OLURUM İNŞ…………………………………………………………………………………………………………………………………………..Bu gece öyle gece, bizlere nasip ettin Yüce peygamberinle bize müjdeler verdin Tövbe edicileri affedeceğim dedin Tövbe ettik, el açtık Yüce azametine Ya Rab mağfiret eyle Muhammed ümmetine! Hüsrana düşenlerden etme bizi Allah’ım! Kulluğundan kovarak atma bizi Allah’ım! Yolunu sapmışlara katma bizi Allah’ım! İltica ettik Rabb’im engin merhametine Ya Rab merhamet eyle Muhammed ümmetine! Biz sana kul olalım, bu şeref bize yeter Ya Rab bağışla bizi, dahil et cennetine! Miracı mübarek kıl, Muhammed ümmetine! ALLAH\’ın daveti üzerine peygamberimiz bir gece melekler tarafından mekkeden kudüse götürülmüştür. Burada cebrail ile birlikte bütün gökleri asarak \’\’sidretül münteha\’\’ denilen makama yükselmiş ve ALLAH ile görüşmüştür. Bu yolculuğun Mekke?den Kudüs?e kadar olan bölümüne isra Kudüs\’ten ALLAH ile görüşmesine kadar ise Mirac denir. Bu görüşmede peygamber efendimize ümmet\’i için vakit namaz ve Mirac hediye edilmiştirGel ey Muhammed bahardır, dualar ardında saklı, aminlerimiz vardır. Hacdan döner gibi, Miractan iner gibi gel gel. Bekliyoruz yıllardır. Mirac Kandiliniz mübarek olsun.

  7. Lindo Dia – Beautiful DayÉ fácil apagar as pegadasdifícil é caminhar sem pisar no chãoit is easy to erase the footprints difficult to walk without stepping on the floorkisses ahmed

  8. Namaz Kur\’an\’da tam 70 kez emredilmiştir. Bunun kadar çok zikredilen, üzerinde ısrarla durulan başka bir ibadet yoktur.En basit bir âmirin emri karşısında boyun eğen biz insanların, Kâinatın Yaratıcısının bunca emir ve ısrarı karşısında tir tir titrememiz gerekmez mi?Okulda öğretmenimiz, işyerinde müdürümüz, askerde komutanımız bir iş emrettiğinde derhal yapıp, onların sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmak isterken, nasıl olur da Rabbimizin bu emirlerine karşı ilgisiz kalabiliriz?Nasıl olur da, her şeyi elinde tutan Zât-ı Zülcelale sanki kafa tutar gibi, sanki meydan okur gibi, sanki "Sen ne emredersen emret, benim daha önemli işlerim var" dercesine, namaz kılmadan durabiliriz?Peygamberimize (a.s.m.),"Allah\’ın en çok sevdiği amel hangisidir?" diye sorulunca, "Vakti gelince kılınan namazdır" buyurdu. Bu hadis gösteriyor ki, namazdan daha üstün bir ibadet yoktur ve olamaz.Allah Razı olsun..Ve namaz insanın Rabbine yaklaşması için en güzel yol…Namazlarımızı günün telaşından sıkıntılarından uzaklaşıp huşu içinde kılmak dileğiyle..Miracınız Kutlu olsunMiraçtan sonraki günlerinizde Miracı yaşamak Temennisiyle İnşaallah.Dualarla

  9. Rastladıkça sorardı bir arkadaşım bana:-Miraca çıktın mı?Acaba çıkmış mıydım?Yani bir namazda Mirac duygusu yaşamış mıydım? Koltuğumun altına alıp, Mahşer’de Rabbimin huzuruna güvenle taşıyacağım bir vakit namazım var mıydı?Namaz kaygısı yüreğimi hoplatıyor.…Allah Rasulü – sallü aleyhi ve sellem- o yüceliklere çıkmış, ve oradan Namazla dönmüş. Böylece Namaz ile Mirac arasında derin bir akrabalık doğmuş.Sanki Namaz mü’minin Miracı olmuş.İslam, insanın Rabbi ile yakınlığını bilinç – idrak haline getirmeyi öngörüyor. “Kulluk” bilincinin – idrakinin böyle olduğu takdirde diri yaşanacağını düşünüyor. “Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir.” Bu birlikteliği idrak, insanın İslam içindeki seyrü seferinin başarısına bağlı.Tüm ibadetler bu seyrü seferin güne, haftaya, aya, yıla yayılan safhaları… Bu ibadetlerle, “Her an”da yaşanan “Huzur Hali”ne ulaşıyor insan: O’nun huzurundasın. O seni görüyor. O’nunla berabersin. Bunu idrak sende nasıl bir halet-i ruhiye oluşturursa onu kuşanmaya çalış.Bu idrak durup dururken kazanılmıyor. Kalbe emek vermek gerekiyor; Kalb zikirle – Allah Teala ile beraberlik temrinleri- ile yoğruluyor. Namazlar, oruçlar, haclar, zekatlar kalbi yoğuran beraberlik temrinleri.Namaza durdunuz:Huzurda mısınız?Abdestinizi abdest gibi aldınız mı, yani yüreğinizdeki manevi kirlerden arınma cehdi gösterdiniz mi, sonra maddi her türlü kirden arındınız mı, sonra Huzura çıkma vaktinin heyecanını yaşadınız mı, sonra yönler içinde savruluşlardan kurtulup, O’na yöneldiniz mi, ve sonra bütün bu hazırlık eylemlerini getirip, “İşte huzurdayım Rabbim” gibi bir kalbi yoğunlaşma, niyet duruluğu yaşadınız mı?“Allahüekber!”Tüm engelleri O’nun için aştınız ve geldiniz, yüreğinizden bir sada koptu, tüm yücelikler O’nun yüceliği yanında silinip gitti, bir iman, bir karar anıt gibi dikildi içinize:“Allahüekber!”Huzurdasınız. Hem var hem yoksunuz, O sizi kabul etti, böyle bir yüceliği tadıyorsunuz. kalbinizde tarif edilmez bir Kabe kavseyn heyecanı… meleklerin bile kanadı bu yüceye çıkmak için yetmemiş, onlar bile geride kalmış.Böyle bir namazınız var mı?Namazlarınızdan kaygı duyuyor musunuz?Kendinizi “Veylün lil musallin” kapsamı içinde hissetme tedirginliğine düştüğünüz oluyor mu? Namazlarınızda sık sık “sehv” alemlerine savrulduğunuz için….Okumaya başladınız. Yüreğinizde Fatihayı idrak çağlayanı oluştu. Alemlerin Rabbini tefekkür ettiniz, tüm övgüleri O’na tahsis ettiniz, O’nun Rahman ve Rahim ismi şeriflerine sığındınız, Din Gün’ünü hatırladınız, “El hükmü yevmeizin lillah” dediniz, o hüküm anında mutluluk yaşamayı düşlediniz, sonra döndünüz, ibadetlerinize baktınız, bir ikrar geçti içinizden “Ancak….Sana ibadet ederiz, ancak…. Sen’den yardım dileriz.” Yüreğinizin sarsılmalarına karşı bu ikrara sığındınız. Sonra dua kelimelerinden yardım dilediniz, “İhdina! Bize yol göster!” sırat-ı müstakim için, in’am edilen insanların yolu için, gazaba uğrayanların ve sapkınların olmayan yol için…”Kıyamları, kıraatleri, rükuları, secdeleri nasıl yaşıyorsunuz?Secdede bir Rabbani yakınlık hissediyor musunuz?Namazdan çıkınca nasılsınız?Namazdan çıkınca hayatınız nasıl?Miraca tutkun – sevdalı bir namaz.-Mirac’a çıktınız mı?-Mirac iklimini yüreğinize taşıyan bir namaz kıldınız mı?Ben derim ki, insanın böyle, hiç olmazsa bir vakit bir namazı olmalı. Onu koltuğunun altına alıp, Rabbinin huzuruna varabilmeli, “İşte Rabbim, diyebilmeli, çok namaz kıldım, ama işte bu namazım bütün yarasına beresine rağmen Senin huzuruna taşınabilecek bir güzellik taşıyor!”(ALINTI)Allah razı olsun can kardeşciğim Rabbim miraç tadında ibadetler ve o şuurda geçirilecek bir ömür nasip etsin gecemiz hayırlara vesile olsun inşaALLAH SELAM VE DUA İLE ABLASI…

  10. ALLAH razı olsun Ahmed bey oğlum…her zaman olduğu gibi yine harika bir yazı eklemişsin…çok güzel ve faydalı yorumlarda eklenmiş…Rabbim yorum yapan kardeşlerimden de razı olsun…iyi ki sizleri tanıdım…bu safalardan çok faydalanıyorum…Rabbim bizleri de sıratı müstakimden ayırmasın… bize de mirac iklimini yüreğimize taşıyan namazlar nasip etsin inş…senin ve tüm kardeşlerin mirac kandili mübarek olsun… dualarına ben ablanıda ahil et yavrum…selam ve dua ile ALLAH\’A emanet ol….

  11. Bugün Mirac kandilidir Sual: Mirac ne demektir, bu gecenin önemi nedir?CEVAPResulullah efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gecedir. Recebin 27. gecesidir. Resulullahın, Mekke\’den Kudüs\’e götürüldüğüne inanmayan kâfir olur. Göklere götürüldüğüne inanmayan sapık olur. (Bahr) Peygamber efendimiz Mirac’ını özetle şöyle anlatıyor: Verilen Burak’a binip Beyt-ül-Makdis\’e geldim. Onu, önceki Peygamberlerin bağladığı halkaya bağladım, sonra Mescide girip orada iki rekat namaz kıldım. Sonra çıktım. Hazret-i Cebrail bir kap şarap, bir kap da süt getirdi. Ben sütü seçtim. Cebrail, yaratılışa uygun olanı seçtin dedi. Sonra bizi birinci semaya çıkardı. Gök kapısında, sen kimsin diye bir ses geldi. Ben Cebrail\’im dedi. Yanındaki kim dendi. Muhammed aleyhisselam dedi. O, Peygamber olarak gönderildi mi dendi. Cebrail, evet dedi. Gök kapısı açıldı. Hazret-i Adem’le karşılaştım. Bana merhaba diyerek hayır dua etti. 2. semaya çıktık. Yine orada da aynı konuşmalar geçti. Göğün kapısı açıldı. Burada iki teyze oğlu İsa ve Yahya ile karşılaştım. Onlar da bana merhaba diyerek dua ettiler. 3. semaya çıktık. Bu kapıda da aynı konuşmalar geçti. Göğün kapısı açıldı. Orada Hazret-i Yusuf’u gördüm. O da dua etti. 4. semaya çıktık. Aynı sualler ve konuşmalar oldu. Kapı açıldı. Hazret-i İdris’i gördüm. O da dua etti. 5. semaya çıktık. Yine aynı konuşmalar geçti. Kapı açıldı. Hazret-i Harun’u gördüm. O da dua etti. 6. semaya çıktık. Yine aynı konuşmalar oldu ve kapı açıldı. Hazret-i Musa’yı gördüm. Merhaba diyerek dua etti. 7. semaya çıktık. Yine aynı konuşmalar geçti ve kapı açıldı. Arkasını Beyt-ül-mamura dayamış Hazret-i İbrahim’i gördüm. O da dua etti. Beyt-ül-Mamur\’u gördüm. Sonra Hazret-i Cebrail beni Sidretü\’l-Münteha\’ya götürdü. Allahü teâlâ, günde elli vakit namaz farz kıldı. Hazret-i Musa\’nın yanına geldim. Ona elli vakit namaz farz kılındığını bildirdim. Rabbinden azaltmasını iste, ümmetin buna güç yetiremez, tecrübem var dedi. Birkaç defa Rabbimle görüşmeye devam ettim. Nihayet Rabbim buyurdu ki: (5 vakit namazı farz kıldım. Her vakit için 10 sevab var. Böylece 50 vakit namaz olur.) [Müslim]Mirac gecesini ibadetle gündüzünü de oruçla geçirmeli. Bu konudaki iki hadis-i şerif meali: (Bu gece iyi amel eden için yüz yıllık mükâfat vardır.) [İ.Gazali](Recebin 27. günü oruç tutana, 60 yıllık oruç sevabı verilir.) [İ.Gazali] http://www.mehmetalidemirbas.com/hayırlı kandiller selamun aleykum

  12. Hiç Miracınız Var Mı? Rastladıkça sorardı bir arkadaşım bana:-Miraca çıktın mı? Acaba çıkmış mıydım? Yani bir namazda Miraç duygusu yaşamış mıydım? Koltuğumun altına alıp, Mahşer\’de Rabbimin huzuruna güvenle taşıyacağım bir vakit namazım var mıydı?Namaz kaygısı yüreğimi hoplatıyor.Hele şu Mirac günlerinde…Allah Resulü – sallallahü aleyhi ve sellem- o yüceliklere çıkmış, ve oradan Namazla dönmüş. Böylece Namaz ile Mirac arasında derin bir akrabalık doğmuş. Sanki Namaz müminin Miracı olmuş. İslam, insanın Rabbi ile yakınlığını bilinç – idrak haline getirmeyi öngörüyor. "Kulluk" bilincinin – idrakinin böyle olduğu takdirde diri yaşanacağını düşünüyor. "Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir." Bu birlikteliği idrak, insanın İslam içindeki seyrü seferinin başarısına bağlı. Tüm ibadetler bu seyrü seferin güne, haftaya, aya, yıla yayılan safhaları… Bu ibadetlerle, "Her an"da yaşanan "Huzur Hali"ne ulaşıyor insan: O\’nun huzurundasın. O seni görüyor. O\’nunla berabersin. Bunu idrak sende nasıl bir halet-i ruhiye oluşturursa onu kuşanmaya çalış. Bu idrak durup dururken kazanılmıyor. Kalbe emek vermek gerekiyor; Kalb zikirle – Allah Teala ile beraberlik temrinleri- ile yoğruluyor. Namazlar, oruçlar, haclar, zekatlar kalbi yoğuran beraberlik temrinleri.Namaza durdunuz:Huzurda mısınız?Abdestinizi abdest gibi aldınız mı, yani yüreğinizdeki manevi kirlerden arınma cehdi gösterdiniz mi, sonra maddi her türlü kirden arındınız mı, sonra Huzura çıkma vaktinin heyecanını yaşadınız mı, sonra yönler içinde savruluşlardan kurtulup, O\’na yöneldiniz mi, ve sonra bütün bu hazırlık eylemlerini getirip, "İşte huzurdayım Rabbim" gibi bir kalbi yoğunlaşma, niyet duruluğu yaşadınız mı? "Allahüekber!" Tüm engelleri O\’nun için aştınız ve geldiniz, yüreğinizden bir sada koptu, tüm yücelikler O\’nun yüceliği yanında silinip gitti, bir iman, bir karar anıt gibi dikildi içinize:"Allahüekber!" Huzurdasınız. Hem var hem yoksunuz, O sizi kabul etti, böyle bir yüceliği tadıyorsunuz. kalbinizde tarif edilmez bir Kabe kavseyn heyecanı… meleklerin bile kanadı bu yüceye çıkmak için yetmemiş, onlar bile geride kalmış. Böyle bir namazınız var mı?Namazlarınızdan kaygı duyuyor musunuz?Kendinizi "Veylün lil musallin" kapsamı içinde hissetme tedirginliğine düştüğünüz oluyor mu? Namazlarınızda sık sık "sehv" alemlerine savrulduğunuz için….Okumaya başladınız. Yüreğinizde Fatihayı idrak çağlayanı oluştu. Alemlerin Rabbini tefekkür ettiniz, tüm övgüleri O\’na tahsis ettiniz, O\’nun Rahman ve Rahim ismi şeriflerine sığındınız, Din Gün\’ünü hatırladınız, "El hükmü yevmeizin lillah" dediniz, o hüküm anında mutluluk yaşamayı düşlediniz, sonra döndünüz, ibadetlerinize baktınız, bir ikrar geçti içinizden "Ancak….Sana ibadet ederiz, ancak…. Sen\’den yardım dileriz." Yüreğinizin sarsılmalarına karşı bu ikrara sığındınız. Sonra dua kelimelerinden yardım dilediniz, "İhdina! Bize yol göster!" sırat-ı müstakim için, in\’am edilen insanların yolu için, gazaba uğrayanların ve sapkınların olmayan yol için…" Kıyamları, kıraatleri, rükuları, secdeleri nasıl yaşıyorsunuz?Secdede bir Rabbani yakınlık hissediyor musunuz? Namazdan çıkınca nasılsınız?Namazdan çıkınca hayatınız nasıl? Miraca tutkun – sevdalı bir namaz. -Mirac\’a çıktınız mı? -Mirac iklimini yüreğinize taşıyan bir namaz kıldınız mı?Ben derim ki, insanın böyle, hiç olmazsa bir vakit bir namazı olmalı. Onu koltuğunun altına alıp, Rabbinin huzuruna varabilmeli, "İşte Rabbim, diyebilmeli, çok namaz kıldım, ama işte bu namazım bütün yarasına beresine rağmen Senin huzuruna taşınabilecek bir güzellik taşıyor!" ***Rabbimizden Mirac Gecemizi ubudiyet yolumuzda bir köşe taşı ve bir yükseliş noktası kılmasını, ve bu geceyi bu şuur ve bu idrakle yaşamayı bize nasip etmesi duasıyla leyle-i Miracınız mübarek olsun..

  13. İşte, çendan o bir abddir ve o seyahat bir mi\’rac-ı cüz\’îdir; fakat, bu abdin bütün kâinata taallûk eden bir emânet beraberindedir. Hem, şu kâinatın rengini değiştirecek bir nur beraberdir. Hem, saadet-i ebediyenin kapısını açacak bir anahtar beraber olduğu için, Cenâb-ı Hak, kendini "bütün eşyayı işitir ve görür" sıfatıyla tavsif eder-tâ o emânet, o nur, o anahtarın cihanşümûl ve muhît ve umum kâinata âmm ve bütün mahlûkata şâmil hikmetlerini göstersin. Bu sırr-ı azîmin Dört Esası var: Birincisi: Mi\’racın sırr-ı lüzûmu nedir? İkincisi: Hakikat-i Mi\’rac nedir? Üçüncüsü: Hikmet-i Mi\’rac nedir? Dördüncüsü: Mi\’racın semerât ve faydası nedir? Birinci EsasMi\’racın sırr-ı lüzûmu: Meselâ, deniliyor ki, "Cenâb-ı Hak -1- dir, herşeye herşeyden daha yakındır, cisimden, mekândan münezzehtir. Her velî, kalbi içinde Onunla görüşebilir. Neden dolayı velâyet-i Ahmediye (a.s.m.), Mi\’rac gibi uzun bir seyahatin neticesinden sonra, her velînin kendi kalbinde muvaffak olduğu münâcâta muvaffak oluyor? Elcevap: Şu sırr-ı gâmızı iki temsil ile fehme takrîb ediyoruz. On İkinci Sözün sırr-ı i\’câz-ı Kur\’ân ve sırr-ı Mi\’rac hakkında olan şu iki temsili dinle: • Birinci Temsil: Bir sultanın iki çeşit mükâlemesi, sohbeti, görüşmesi vardır; iki tarzda hitâbı, iltifatı vardır. Birisi, âmî bir raiyyetiyle cüz\’î bir iş için, hususi bir hâcete dâir, has bir telefonla sohbet etmektir. Diğeri, saltanat-ı uzmâ ünvânı ile ve hilâfet-i kübrâ nâmiyle ve hâkimiyet-i âmme haysiyetiyle ve evâmirini etrafa neşir ve teşhir maksadıyla, o işlerle alâkadar bir elçisiyle veya o evâmir ile münâsebettar büyük bir memuru ile konuşmaktır, sohbet etmektir ve haşmetini izhâr eden ulvî bir fermanla bir mükâlemedir. İşte -2- şu temsil gibi: Şu kâinat Hâlıkının ve Mâlik-ül-Mülk Vel Melekûtun ve Hâkim-i Ezel ve Ebedin iki tarzda mükâlemesi, sohbeti, iltifatı vardır. Birisi: Cüz\’î ve has, diğeri: Küllî ve âmm… İşte: Mi\’rac, Velâyet-i Ahmediyyenin (A.S.M.) bütün velâyâtın fevkinde bir külliyyet, bir ulviyyet sûretinde bir tezâhürüdür ki: Bütün Kâinatın Rabbi ismiyle, bütün mevcûdâtın Hâlıkı ünvânıyla Cenâb-ı Hakk\’ın sohbetine ve münâcatına müşerrefiyettir.——————————————————————————–1- Ona şah damarından daha yakın (Kaf Sûresi: 16.) 2- En yüce sıfatlar Allah\’a mahsustur. (Nahl Sûresi: 60.) kandiliniz mübarek olsun selam ve dua ile

  14. Namaz kılmaktan ayakları şişen peygamberin uyumaktan gözleri şişen ümmetiyiz maalesef:(( düştüğümüz bu gafletten uyanmak ümidi ve duası ile…Hayırlı günler kardeş Allah razı olsun A.e.o

  15. ——-\\\\\\\\|/————–( @@)—– —ooO–(_)–Ooo—"Ama quem te ama e não quem te sorri,porque quem te sorri enganae quem te ama chora por ti…" Cyber Kisses and Beijokas "Love who loves you and whom you do not smile, because he who smiles fool and who loves you cry for you … "kisses ahmed good night

  16. Ey Dost Bahçesinde Güller DerenGüneş üzerine doğmadan tenhalarda yerini ayır. Gelin gibi tüllerin altına gir. Gözlerini ağyara kapa, dilini perçinle. Kalp semasının ufuklarına yönel. ALLAH diyerek Arş istikametine sefer et.Zinhar yollarda gördüklerine takılıp eğlenme. İkindi namazını kılar kılmaz Hacegân sofrasına otur.Zira bu sofrada tarhana çorbası içilmez. Can yemeği yenir, aşk şarabı içilir. Akşam namazını eda ettiğin zaman, gene aşk kâbesine dön. Zaman ve mekanı dür,mesafeleri kaldır, gözünü yum, kendine gece yap. O hep geceleri gelir zaten böyle meclise. Dost ilinden aşk kâbesinin üzerine durmadan nur yağıyor.Altın oluktan çağlayanlar gibi akıp gidiyor. Gönül kovanını altına tut. Kalbin derya olup,her bir zerren mest oluncaya kadar hep bu meyden içmeye devam et.Ey dost bahçesinde güller deren! Gül bahçesine geri dönüp dost iline sefer etmek istersen, can kuşu ten kafesinden ayrılmadan irfan kâbesine sefer et.Nam u nişanı at, varını yağmala, yüzünü yerler gibi ayaklar altına koy.Aşk pîrine mahrem ol ki, canana can etsin seni. Bu sıfatlarla sıfatlanıp hiçlik elbisesini giymezsen,hiç bir zaman hakiki menzile varamazsın. Mustafa Bahadıroğlu Hayırlı bir gün inş.Selametle

  17. Temiz akıl sahipleri, yani düşünen bir toplumun derin düşünceli bireyleri “Onlar ayakta, otururken ve yatarken Allah\’ı anarlar; göklerin ve yeryüzünün yaratılışı hakkında kafa yorarlar ve derler ki; "Ey Rabbimiz, sen bu evreni boşuna yaratmadın, sen böyle bir anlamsızlıktan münezzehsin, bizi Cehennem azabından koru! Ey Rabbimiz, sen birini Cehennem\’e atınca onu perişan edersin. Zalimlerin hiçbir yardım edeni yoktur. Ey Rabbimiz, biz "Rabbinize inanınız " diye seslenen bir davetçinin çağrısını işittik ve hemen iman ettik. Ey Rabbimiz, günahlarımızı affeyle, kusurlarımızı ört ve iyiler ile birlikte canımızı al. Ey Rabbimiz, peygamberlerinin ağzından vaadettiklerini bize ver, kıyamet günü bizi perişan etme, kuşku yok ki sen sözünden caymazsın."1 Kur’an’ın hedefi, sorumlu bireyler oluşturmaktır. Yeryüzünü yaşanılır kılmak, derin düşünceli bireylerin ortaya çıkmasıyla mümkündür. Yüce Allah Âdem’den Muhammed’e kadar gönderdiği elçileri aracılığı ile gönderdiği mesajı ile bu hedefi gerçekleştirmek murat etmiştir. Duyan, gören, hisseden, anlayan ve kavrayan bireyler ancak gönderiliş amaçları olan yeryüzünü imar etme sorumluluklarını hakkıyla ifa ederler. Bundan dolayı da İslam’ın hedefi sorgulayabilen bireyler yaratmak olmuştur. Ancak bu özellikte olan bireyler yeryüzünde zulmü ve fitneyi defedebilirler. Tevhid ve adalet temelinde bir dünyayı inşa edebilirler. Temiz akıl sahipleri, yani düşünen bir toplumun derin düşünceli bireyleri, göklerin ve yerin bir keyfiliğin gereği olarak değil de bir hikmete binaen yaratıldığını akledip fehmederek her hallerinde tefekkür ve tezekkür halindedirler. Ayakta, oturarak, yatarken evet, her hallerinde göklerin ve yerin bir amaca matuf yaratıldığının bilincinde hareket ederler. Zaten kâinatın harikaları üzerinde düşünmeyen ve boş yere yaratıldıklarını düşünen insanlar, varlık hedeflerinden bigane olan akılsız olarak nitelenen varlıklardır ki yüce Allah bu özellikte olan insanlara “Hayvanlar gibidirler, hatta hayvandan da aşağı bir derekededirler” buyurmaktadır. Onlar hakikati görmez, duymaz ve fehmetmezler, çünkü kör sağır ve kalpsizdirler. İman edip eşrefi mahlûk olmak için görmek, duymak ve algılamak gerekiyor HAYIRLI CUMALAR ALLAH A EMANET OL SELAM VE DUA ILE

  18. İnsan ruhu, duyuş ve sezişleriyle, şuhud ve vücudu aşıp gayb noktasına ulaştığı namaz ufku, onu duyan ruhların bütün hasretlerini, hicranlarını ve dâussılalarını söyler. Aynı zamanda kalbin itmi\’nânını, insânî duyguların revh u reyhanını, varlığın ezelî serencâmesini, yıldızların yeryüzünü temaşâsını, göklerin sırlarını, ukbânın ışıklarını, cennetin yamaçlarını, yamaçlarda salınan ağaçlarını, ağaçların altında her zaman çağlayan ırmaklarını söyler.. rükünleriyle söyler, içindeki Kur\’ân\’la söyler, dualarla söyler; söyler ve söylediklerini yepyeni bir edâ ve üslupla ruhlarımıza kevserler içiriyor gibi tekrarlar…Kıyamdan sonra, kulluğa kilitli bu sadık bendeler, saf ruhlarının heyecanlarını, müstakim düşüncelerinin ra\’şelerini bir kere de rükû kürsüsünden haykırmak isterler. Azamet ve ceberûtun, rahmet ve lütfun halitasından hasıl olan bir duyguyla ve heybete bürünmüş bir edâ içinde âdeta bir asâ gibi bükülürler.. bükülür ve iliklerine kadar işleyen bir kulluk şuuruyla hep ilâhî azameti mırıldanır ve bir kısım gök sakinlerinin Allah\’a yöneliş üslupları sayılan rükû ile "Hazîratü\’l-Kuds"ün kapılarını zorlar ve o kapıların aralanması ölçüsünde kendi rûhî âlemlerinin derinliklerine kavuşurlar. Hacda ve başka yolculuklarda, tepelere tırmanılması, tepelerin aşılıp düzlüklere varılması tekbir, tehlil fasıllarıyla seslendirildiği gibi, namaz ünvanı altında ruhun mi\’râc yolculuğu da, bir bölümden diğer bölüme geçişte hep aynı mübarek duygu ve düşüncelerle ve hep aynı mübarek kelimelerle ifade edilir. Hemen her rükünde, Allah\’a karşı saygılı olmayı en iyi şekilde dile getirmek üzere söylenilen tekbirlerle, tahmidlerle ve bu kelimelerin çağrıştırdığı mülâhazalarla yüce divânın kapı tokmaklarına dokunulur; sonra da, bir eşref saati en mükemmel şekilde değerlendirme dikkat, teyakkuz ve temkiniyle beklemeye geçilir; geçilir ve avını bekleyen bir kedi hassasiyeti, bir örümcek sabrıyla ilâhî vâridât ve tecelliler avlanmaya çalışılır.Namazda rükû, kıyamdan bir adım daha ileride üzerimize nefehâtını salar, ruhlarımıza hayattan daha güzel, cismânî zevklerden daha enfes ve bu sınırlı dünyada gerçekleştirilmesi imkânsız bir rüyadan, hem de tasavvur edemeyeceğimiz ölçüde bir rüyadan neler neler fısıldar. Gönüllerimize, istediğimiz, beklediğimiz nesnelerin ötesinde zümrütten günler, saatler ve dakikalar va\’deder. Zaten, hepimiz biraz da ümitlerimizin, mefkûrelerimizin, hülyalarımızın, beklentilerimizin çocukları değil miyiz? Hemen hepimiz, bugünkü tersliklerle hırpalanıp da gerçeğe uyanınca, içinde bulunduğumuz zamanı aşar ve ileride elde edeceğimiz hayat ve saadetin ümidiyle "gelecek zaman" der ve tebessümlerle cennetin yamaçlarını süzeriz.Rükû, Hakk karşısında iki büklüm olma ma\’nâsındaki buuduyla, bütün kaddi bükülmüşlerden bir ses alır; yer yer "Rabbim bana zarar dokundu", zaman zaman da "Dağınıklık ve tasamı sadece sana açıyorum" der ve bize hayat ırmağından bir çağlayış, Yusuf ilinden de bir gömlek kokusu duyurur.. duyurur hep hakikatlerin ötesinden gelecek harikuladeliklerin zuhur edeceği neş\’esiyle bizleri coşturur. Hem öyle bir coşturur ki, benliğimizden fışkıran bir hamd ü sena tûfânıyla belimizi doğrultur ve O\’na, bir ara fasıl minneti daha sunarız. Bu kısacık ayakta duruş, ilkinden farklı ve ayrı bir Hakka yürüme limanıdır. Bu nurlu limanda kıyamı, kıraati, rükû tesbihlerini, bir kere daha gönlümüzün derinliklerinden geçirir; hislerimizin sınırsızlığını, hayallerimizin sonsuzluğunu, bu kısacık tevakkuf içine sıkıştırarak duymaya çalışır ve bütün his gücümüzü vâridât avlamak üzere seferber eder ve yakaladığımız "kenz-i mahfî" tayflarıyla kendimizi daha engin ve kurbet renkli bir yeni duyuş çağlayanına salıveririz. Namazı rükûda duyup kıyamda dinleyenlerin nasıl bir haz ve lezzete erdiklerini, nasıl bir haşyet ve saygıyla kıvrandıklarını, nasıl bir ümitle gerilip nasıl bir korkuyla ürperdiklerini kestirmek zordur. Bu duyuş, bu dinleyiş, vuslata atılan adımların en ciddilerinden ilki, secde de bunun ikincisidir.Secde, namazın içindeki mevhibe ve varidatın şükür zemini, erimiş gönüllerin kulluk kalıbına tam olarak döküldükleri mehabet potası, dualarla Hakk\’ın kabulü, ortasında iki nokta arasındaki doğru çizgi ve bulunup bilinecek, bilinip sevilecek Zât\’a karşı duyguların, düşüncelerin visâl koyu ve buluşma arsasıdır. Bizler, gerçek konumu içinde secdeyi duyup dinledikçe, îmândan, İslâm\’dan, ihsandan süzülmüş bir usarenin, namazlarımızın kıyam, rükû ve kaymesinden geçerek gönüllerimizin zümrüt tepelerine aktığını hissederiz.Secdede baş ve ayaklarımızı aynı noktada birleştirerek yusyuvarlak hâle gelir; bir yay gibi gerilir; bir ses, bir soluk olur inler ve ümitlerimizin ameller önündeki herşeye yeten enginliğini, rahmetin herşeye sebkat eden öndeliğini îmânımızla birleştirir, bütünleştirir; bir ucu dünyada bir ucu ukbâda âdetâ bir gökkuşağına benzeyen bu alâim-i semâ altından geçmek sûretiyle tâliimizi değiştirmeye çalışırız.İnsan, secdedeki duyuş ve sezişlerin kendisini yükseltmiş bulunduğu bahtının zirvesinden bakıp gerçeği temâşâ ettiği bu noktada, kalbinin dilini kullanarak, hislerinin bütün kelimelerini ortaya dökerek, dünyayı biraz âhirete doğru yönlendirip, öteleri de biraz ruh dünyasının içine aksettirerek kulluğunun destanını okuyor gibi bir mazhariyeti duyabilir, yaşayabilir.Evet onun, kulluk şuuruyla coşan duaları, Allah\’ın rahmet ve lütuf çağlayanlarıyla karşılaşıp birbirinin içine akıp da duâ ve icabet buluşunca, duygularımız cennet hayatı gibi güzel, vuslat gibi engin çağlamaya başlar. Anlayanlar için bu güzelliklerin tadı o kadar keskin, şivesi o kadar büyüleyicidir ki, onu bir kere duyup yaşayanlar, bu nimetlere ve nimet sahibine nasıl şükredeceklerini bilemezler.Başı yerde ve ışıktan bir helezonla en ulaşılmaz zirvelere tırmanıp ve semâvî seyahatle Hakk\’a yakınlığı derinleştiren bir kurbet eri "Hazîratü\’l-Kuds\’e ermiş olma his, şuur ve mahmurluğuyla vuslatını bir başka buudla daha da renklendirmek üzere Hakk\’a ta\’zîm ve tekrimini arzederek saygıyla başını kaldırır ve huzurda bulunmanın bütün âdâbıyla "et-tahiyyât…" diyerek vecde gelir ve artık bir yeryüzü varlığı değilmişçesine tabiatüstü bir hal, bir ma\’nâ ve bir büyüye bürünür.Öyle ki, bu engin hazlarla coşan namaz kahramanı, doyma bilmeyen bir hisle, kemmiyet ve keyfiyet sınırlarının üstünde, niyetle derinleştirip sonsuzlaştırdığı; yakîniyle Hakk\’la irtibatlandırıp hulûsuyla ebedîleştirdiği, mal, can ve bütün ilâhî mevhibeler adına Hakk\’a karşı minnet borcunu edâya yönelir; gönlünün bütün duyarlılığıyla Allah\’ı anar ve inler.. Nebî\’-yi yâdeder. içi inşirahla dolar.. kendisiyle aynı mutluluğu paylaşan insanları düşünür, hayır dualarıyla gürler.. ve tekbirlerle başlattığı bu mi\’râc yolculuğunu, dînin temeli sayılan şehâdetlerle noktalar…Namaza alışmış ve onunla beslenen insanlar, ona hiçbir zaman doymazlar. Doymak şöyle dursun, her namaz bitiminde "daha yok mu?" der, nafileden nafileye koşar; duhâ ile güneş gibi yükselir, evvâbinle gidip kurbet tokmağına dokunur, teheccüdle berzah karanlıklarına ışıklar gönderir ve ömrünü âdetâ ibadet atkıları üzerinde bir dantela gibi örmeye çalışır ve katiyen içinde yaşadığı nurlardan, ruhunu saran ma\’nâlardan ayrılmak istemez.. istemez ve hep ibadetin va\’dettiği güzelliklere koşar.

  19. Namaz Sızıntı Namaz mü\’minin mi\’râcı, mi\’rac yolunda ışığı-burağı.. yollardaki inanmış gönüllerin sefinesi-peyki-uçağı.. kurbet ve vuslat yolcusunun ötelere en yakın karargâhı, en son otağı, gaye ile hemhudut en büyük vesilelerden biridir.Kıyamet gününde, ak alınlı, aydın bakışlı; secde ve abdest uzuvlarındaki emarelerle öndekilerden de Önde; elleri, yüzleri tertemiz, vicdanları göktekilerin iç âlemleri kadar nezih olmanın yolu da yine namaz ve namaz öncesi amellerden geçer. Aynı zamanda, Allah\’a yakınlığın ayrı bir ünvanı da sayılan ve çok farklı derinlikleri bulunan bu namaz ibadetine; kulluk düşüncesine kilitlenip ömrünü Hakk karşısında geçirme ma\’nâsına "ribat" da diyebiliriz.Abdest -ileride müstakillen ele alınıp işleme düşüncesi mahfuz- namaz yolunda ilk tembih ve en birinci hazırlık; ezan ise -o da müstakillen anlatılmalı- ikinci uyarı ve önemli bir "metafizik gerilim" yoludur. Abdestle, bedeni nâpâk şeylerden ve sezildik-sezilmedik menfiliklerden arınan insan, ezanla vicdan ve tasavvurlarını dinler.. ilk kılacağı namazla da özündeki sesi-soluğu bulmaya çalışır.. ve ancak cemaatle gerçekleştirilebilecek büyük hareketin startını beklemeye koyulur.İnsanı, arşiyeler gibi döndüre döndüre sonsuzluğun semâlarında dolaştıran ve götürüp tâ melekler âlemine ulaştıran mi\’râc enginlikli bu mübarek ibadet, günde beş defa kendimizi içine salıp yıkanacağımız bir çay gibidir ki, her dalışımızda bizi hatalarımızdan bir kere daha arındırır; alır ummâna taşır ve sürekli başlangıçla son arasında dolaştırır ki, bu da buudlarımız dışında bir uhrevîleşme ve ebedîleşme temrinâtı demektir.Namazla, gece-gündüz sırlı bir taksime tâbi tutulur. Hayat, ibadet eksenli bir zaman anlayışına göre tanzim edilir.. ve bu sayede davranışlarımızın, Hakk murakabesi altında hüsn-ü cereyanı sağlanır.. derken, ibadet dışı hareketlerimiz de, ibadet halini alır.. ibadet rengine bürünür.. ve yeryüzündeki fâni hayatımız göklerdekilerin rengiyle tüllenmeye başlar.Dünyevî gürültüler veya umûmî sükût içinden ezanın taşacağı an; saatlerin ibreleri, güneşin yer değiştirmesi, cami çevresindeki sesin-soluğun çoğalması, her yanda ebediyet heyecanının yaşanması, müezzinlerin gırtlak kontrolü ve hoparlörlerin hırıltılı-gürültülü sesleriyle belli olunca, sinelerde sessiz sessiz konuşmalar, henüz uykudan yeni kalkmış insanların dağınıklığı içinde sayıklamalar, dünya-ukbâ arası bir berzah yaşanıyor gibi buudlarımızı aşan sözler duyulmaya başlar.. ayrıca, düşüncelerin yeni bir mecrâ arayış manevraları ve henüz namaza girilmediği halde, namaz yolu mülahazasıyla daha bir sürü his ortaya çıkar.. dünya kadar şey mırıldanılır.. ve biraz sonra gerçekleştirilmesi plânlanan ibadet adına metafizik gerilim ve konsantrasyon aranır.. ve bütün rûhî melekelerle kıvama erilmeye çalışılır.Mescide doğru yürüyüş, yol mülâhazası, abdestle gerçekleştirilen ilk gerilim ve akordasyon hep birer kıvama erme cehdi sayılabilirler. Ezan, âdetâ harem dairesine alınma daveti, ruhumuzun derinliklerinde bizi konsantrasyona hazırlayan ledünnî bir ses ve duygularımız üzerine inip-kalkan bir mızrap gibidir. Her gün tekerrür ettiğinden kulaklarımız ona alışmış olsa da, düz mantığımız ona karşı bir kanıksama hissetse de, ezan, her zaman ötelerle aramızdaki tepelerin arkasından tıpkı bir ay gibi birdenbire zuhur eder.. yıldırımlar gibi gürler ve bir anda arzî olan nazarlarımızı semâya çevirir.. ve derken her yanda şadırvanlar gibi ince ince çağlayan, şelâleler gibi ihtişamla coşan yepyeni ilâhî bir fasıl başlar.. ve başlar-başlamaz da ruhlarımıza dünyanın en enfes, en çarpıcı ve en diriltici mûsikîsini boşaltır. Onunla da kalmaz, bizi çağrışımların atlas iklimine çeker ve gönüllerimize aydınlık çağların büyülerini fısıldar. Zaman üstülüğe açık hayallerimizi, tarihin değişik dönemeçlerinde kaybettiğimiz şeyleri bulup, getirip iâde etmekle coşturur. . ve her defasında bize taptaze bir demet ses, bir demet şiir, bir demet âhenk bahşeder. Biz, ezanı her zaman, bir mûsikî banyosu alıyormuşçasına bütün benliğimizle duyar ve her duyuşumuzda, bilemediğimiz bir büyü ile bir başka tat, bir başka letafet, bir başka hazza uyanırız. Bu duyuş ve bu seziş çok defa bizde, bir sihirli helezonla göklere doğru yükseliyor veya bir balonla çok yukarıda dolaşıyormuş gibi bir his uyarır. Hele bir de ezan, usûlüne uygun ve vicdanın sesi, soluğu olarak icrâ ediliyorsa.. göklerin nûra gark olduğu, ruh-i revân-ı Muhammedî\’nin şehbal açtığı ve lisan-ı Ahmedî\’nin arz u semâyı çınlattığı ezan dakikaları ne nurlu ve ne hislidir! İnsan o dakikalarda rûhunun derinliklerine inip vicdanını dinleyebilse, ne keşfedilmedik ma\’nâların içine aktığını ve kendi derinliklerinde ne çağrışımların kaynaştığını duyacaktır!Her zaman kendini yenileyip kalbî ve rûhî hayatı itibariyle taze kalabilen canlı vicdanlar, her ezan vaktinde, onun ilk gökten indiği dönemin halâvet ve tarâvetini duyar ve minarelerden yükselen sesin içinde peygamberlerin çağrılarını dinlerler.. gönlünde meleklerin tekbir, tehlil, şehadet korosuna erer.. ve âdetâ Cibril\’in dirilten nefeslerini, İsrafil\’in hayat veren soluklarını duyar gibi olurlar.Ezanla, namaz dışı gerilim ve doyum tamamlanınca, henüz farzla gerçek kurbet enginliklerine açılmadan evvel, ılgıt ılgıt ilâhî rahmet esintilerinin ruhları kuşatma faslı sayılan ilk nafile namaz ve kametle, o dakikaya kadar adım adım derinleştirilen konsantrasyon bir kere daha kontrol edilir; nihâî huzura ait teveccüh ve temkin bir kere daha gözden geçirilir ve mi\’râca yürünüyor gibi namaza yürünür. O âna kadar gönlümüze çarpan, insanî yanlarımızı alarma geçiren ve bizi ebedî mihrabımıza yönlendiren ses, söz ve davranışlar, vicdan tellerinde gönlümüze ait hakiki nağmeleri bulabilmek için bir akort ameliyesi gibidir. İbadette asıl ses ise, o biricik mihrap karşısında, duygu, düşünce birliğine ulaşmış ve bir imam arkasında elpençe divan durmuş; eğilip saygı ve hürmetini ifade eden, kalkıp Hakk karşısında temennâ duran; yerlere kapanıp baş ve ayaklarını aynı noktada birleştirerek Allah\’a yürüyen cemaatin müşterek davranışlarıyla başlar. Bizler cemaat şuurunu vicdanlarımızda duyduğumuz ölçüde, peygamberlerle yaşanmış aydınlık çağların bütün güzellik ve cümbüşünü duyuyor ve hissediyor gibi oluruz.Evet, namazın göklerdeki âhengiyle bütünleşmiş olanlar için imamın arkasındaki her hareket, her söz, insanoğlu için yitik cennet adına bir hasret ve bir dâussıla sesi verir, bir ümit ve bir vuslat duygusuyla tüllenir. Kendini, namazın mi\’râc buudlu havasına salan hemen herkes için o, cennet dönemlerimizin ve ötedeki cennetlerin nazlı, hülyalı günlerinin fecir tepelerine benzer. Bizler, his dünyamızın vüs\’ati ölçüsünde, her namaza duruşumuzda, cennet güzelliklerinden tâ bizim altın çağlarımıza uzanan bütün bir ışık kuşağının safvetini, sükûtunu yudumlar ve neş\’eyle geriniriz. Bu sayede, dünyanın binbir dağdağasıyla dağınıklığa uğramış zihinlerimiz toparlanır.. ruhlarımız cismâniyetin kasvetli atmosferinden sıyrılır ve gönül dünyamız bir kere daha vuslat mülahazasıyla köpürür. Her namaz vakti ve her farz edasında olmasa bile, ruh ve gönül erleri hiç olmazsa her gün birkaç kez, ezel ve ebed arası gelir-gider.. sık sık geçmişi geleceği birden düşünce menşurundan geçirir.. ve geçmiş gibi görünen zamanın altın dilimlerini, geleceğin ümitle tüllenen yemyeşil zümrüt tepeleriyle bir arada temâşâ eder.. ve başkalarının yaşadıkları hayatla bizim ömürlerimizi aynı anda duyar ve yaşar, kevser yudumluyor gibi içimizde binbir lezzet ve mutluluğun hatıralarını buluruz. Tıpkı rüyalarda olduğu gibi mesafeleri aşar.. zamanüstü âlemlerde dolaşır.. fevkalâdeliklerin bütün zevklerini duyar.. duygudan duyguya, fikirden fikire geçer.. her ânı, ayrı bir marifet, ayrı bir muhabbet ve ayrı bir zevk tûfânı içinde geçiririz. (Bu mülâhazalar irfan ufku bu noktaya ulaşanlar içindir.)Hele bir de ruh ve gönül namazlaşınca, artık bu nûrânî keyfiyet evirir-çevirir, her zamanki amelimizin yerine kendi ahengini, kendi şiirini ve kendi semâviliğini getirir ikâme eder.Günde birkaç defa. düşünce ve hülyalarımızı besleyen namaza ait sırlı ve sihirli hareketler, her zaman bizi mâverâîliğe taşıyabilecek bir yol ve bir menfez bulur ve gönüllerimize:Mekânım lâ mekân olduBu cismim cümle cân olduNazar-ı Hakk ayân olduÖzüm mest-i likâ gördüm"Nesîmidedirtir.. ve böylece ibadet, gönüllerde gizlenen, gizlenip kenzen bilinen o ezelî güzellik ve bütün vâridatların kaynağını, buudlara sığmayan derinlikleriyle bir kere daha fâş eder. Bu itibarladır ki, namazın içinde açıktan açığa bilinen ve net olarak görünen hususlardan daha çok. azamet ve heybet buğulu, kemmiyet ve keyfiyetleri aşan bir his tûfânı ve bir duygu anaforu yaşanır. Namazda, hep söylenemez şeyler beyan ufkumuzu sarar.. ifadesi imkânsız hisler ruhumuza garip bir mûsikî fısıldar.. gündelik lisana sığmayan engin duyuşlar, düşünüşler benliğimizi işgal eder.. ve maddî aklın, mücerret mantığın sınırlarını aşan gaybubet renkli bir fetânet, peygamber çizgisindeki meâdî bir düşüncenin kapılarını aralar. Bu açıdan da diyebiliriz ki, kulun namazdan daha büyük bir ibadeti ve namaz içinde köpüren tasavvur ve tahayyüllerden daha sıhhatli ve engin bir hali yoktur. devamı aşağıda

LULUASOL♥۩♥ için bir cevap yazın Cevabı iptal et